(GugukluhayaT) 05-ERHAN KARAESMEN - Perihan ERGUN - MİTHAT MELEN - Salvador Allende - Afet Ilgaz - Hasan Pulur - Melih Aşık - Arslan Bulut sizin için yazdılar ve söylediler...
0000
0000
TESLİM OLMAYACAĞIM!!!TARİH ONLARI YARGILAYACAKTIR!!!
Ölümünün 40.yılında Allende'nin son radyo konuşması
11 Eylül 1973’te faşist bir darbeyle devrilen Şili'nin sosyalist cumhurbaşkanı Salvador Allende'yi, ölmeden önce radyodan yaptığı konuşmayla anıyoruz.
Allende’nin ölümünden hemen önce radyo’dan yaptığı veda konuşması:
Dostlarım,
Hiç kuşku yok ki, bu size seslenmek için son fırsatım.
Hava Kuvvetleri Magallanes Radyosu’nun vericilerini bombaladı.
Sözlerim sitem değil, hayal kırıklığı taşıyor.
Umarım, kendi sözlerine ihanet edenlerin utancı olurlar...
Şili’nin askerleri, birer unvandan ibaret başkomutanları, kendi kendini Donanma Komutanı ilan eden Amiral Merino, daha dün Hükümet’e sadakatini sunan, bugün ise kendini Carabinero’ların (paramiliter polis) başı ilan eden General Mendoza…
Bu koşullarda, sözlerim sadece işçilere: Teslim olmayacağım!
Bu tarihi dönemeçte, halka olan sadakatimin bedelini hayatımla ödeyeceğim.
Ve onlara, binlerce Şilili’nin tertemiz vicdanına serptiğimiz tohumların kuruyup gitmeyeceğinden kuşkum olmadığını söyleyeceğim.
Güçlüler ve bize üstün gelecekler, ancak toplumsal dönüşümler ne suçla ne de güçle bastırılabilir.
Tarih bizimdir, tarihi toplumlar yapar.
Ülkemin emekçileri, adalete olan büyük özleminizin ancak bir sözcüsü olan, Anayasa’ya ve kanunlara bağlı kalacağına söz vermiş bu adama gösterdiğiniz sadakat için teşekkür ederim.
Size seslenebildiğim bu son anda, yaşadıklarımızdan ders çıkartmanızı diliyorum: Yabancı sermaye, emperyalizm, gericilikle birlikte Silahlı Kuvvetlerimizin kendi geleneğini bozmasına varan koşulları hazırladı.
Bu geleneğin kurucuları General Schneider ve Komutan Araya da, bugün dışarıdan aldıkları destekle kendi çıkarlarını ve ayrıcalıklarını korumaya çalışan aynı sosyal kesimin kurbanlarıdır.
Esas olarak size sesleniyorum, ülkemin mütevazı kadınları, bize inanan köylü kadınlarımız, çocuğunu esirgediğimizi bilen anneler…
Size sesleniyorum Şili’nin fikir işçileri; kapitalist toplumun avantajlarından bahsedip duran meslek örgütleri ve sendikalar tarafından yaratılan kargaşaya karşı çalışmaya devam eden yurtseverler…
Size sesleniyorum, ülkemin gençleri, öğrencileri, şarkılarını söyleyenler, bize neşelerini ve mücadele ruhunu verenler…
Size sesleniyorum Şili’nin insanları, işçiler, köylüler, aydınlar, zulüm görecekler; ülkemizde faşizm saatlerdir iş başında.
Harekete geçmesi gerekenlerin sessizliği karşısında terörist baskınlar yapıyor, köprüleri havaya uçuruyor, demiryollarını kesiyor, gaz ve petrol borularını imha ediyorlar.
Suçludurlar.
Tarih onları yargılayacaktır!
Hiç kuşku yok ki Magallanes Radyosu susturulacak.
Sakin ve metalik sesim size ulaşamayacak.
Sorun değil.
Sesimi duymaya devam edeceksiniz.
Her zaman yanınızda olacağım.
En azından, onurlu ve ülkesine sadık bir adam olarak hatırlanacağım.
Halkım kendini savunmalı ancak kurban etmemelidir.
Halkım, kendisinin yok edilmesine veya kurşunlarla delik deşik edilmesine izin vermemeli, ancak aşağılanmaya da izin vermemelidir.
Ülkemin işçileri, Şili’ye ve yazgısına inanıyorum.
Başka insanlar, ihanetin galebe çaldığı bu karanlık ve acı anı yenecekler.
Siz de bunu bilerek ilerlemeye devam edin; er ya da geç, o büyük caddeler tekrar açılacak ve özgür insanlar yeni bir toplum oluşturmak için o caddelerden yürüyecekler.
Yaşasın Şili!
Çok yaşa halkım!
Yaşasın işçiler!
Bunlar benim son sözlerim, fedakârlığımın boşuna olmadığından eminim.
Sonunda, en azından, suçu, alçaklığı ve ihaneti cezalandıracak bir ahlak dersi olacak.
Santiago de Chile, 11 Eylül 1973
0000
Afet Ilgaz - Belki bizi bu birleştirecek
Bu merdiven boyama işi önce bana işlevsiz bir heves gibi gelmişti.
Ama ülkeye yayılınca bu durum üzerinde düşünmeye başladım.
Hakkari’de bile esnaf mervivenlerini ve sokağını boyamaya başlamıştı.
Şimdiye kadar polise taş atan çocuklar bölgesi diye bildiğimiz ve esnafının da kepenk kapatmaktan başka bir vesileyle anılmadığı Hakkari’de, aynı esnaf neşeli halleriyle yaptıkları işten duydukları memnuniyeti gösteriyorlardı.
Hayata gülümsüyorlardı.
Hakkari’nin başka bir yanını gördük.
O sıcak gülümsemelerden aldığım takviyelerle, "Acaba bu gibi eylemler bizi birleştirebilir mi" diye düşündüm.
Bir ülke halkının sadece korku değil, böyle düşünce ve duyguları hissetmesi ne kadar ferahlatıcı!
Şimdi kadınlar, gençler, esnaf, iktidarın tek tip, tek renk, tek hakimiyet ve tek korkudan ibaret bunaltıcı ağırlığını bu eylemlerle de reddediyorlardı.
Eskiden de böyleydik biz.
PKK sıkıştırması ve baskısı, kanunsuzluklar, hukuksuzluklar, haksız tutuklamalar, bunu takip eden en büyük facia Suriye ile savaş hevesleri bu yakınlığı, dostluğu anlaşılmaz veya anlaşılabilir bir uzaklığa dönüştürdü.
***
Seçmenin yüzde 46’sının AKP’ye oy verdiği Hatay’da da buna benzer bir dönüşüm başladı.
Artık halk hesap sormasını, durumu sorgulamayı biliyor.
Yani bu, iktidarın korkmakta haklı olduğu geniş ve etkili bir muhalefet demektir.
Merdiven boyama eylemlerindeki sarıcı ve etkileyici enerjiye dikkat edin.
Kimse yaptığı işten yorulmuş, sıkılmış, bıkmış görünmüyor.
Gezi olaylarında da öyleydi...
Gençler, kendilerine yabancı gelen iktidarın etkisini binbir türlü hayranlık verici eylemle ortaya koydular.
Sadece çiçek yetiştirmediler, şarkı söylemediler, resim yapmadılar, dostluklar oluşturmadılar, yeryüzü sofralarında iftar etmediler, Mirac gecesi Mevlid dinlemediler...
Öldüler, yüz - gözlerini kaybettiler, yaralanarak hastaneleri doldurdular, hâlâ komada yatan var...
Bu anlamlı halk muhalefetini, zekaya ve cesarete dayanan muhalefetin yaygınlaştıkça, bizi birleştireceğini umuyorum.
0000
Hasan Pulur - "Yalannnn!"
İmralı’da Abdullah Öcalan’ı sorguya çeken Savcı Talât Şalk, o günleri anlatırken "PKK suç örgütüdür" der.
Savcıya göre, PKK’nın en önemli amacı, devlet tarafından siyasi muhatap kabul edilmesidir.
Peki, Öcalan, bu amaca ulaşabilmiş midir?
Herhalde bunun cevabı olumlu olacaktır.
İmralı görüşmeleri ortada, "APO" ve "PKK" için "Devletin siyasi muhatabı" değildir, diyebilir misiniz?
***
Onun için gerçeği kabul edelim.
Kendimizi aldatmayalım.
Nasıl mı?
Öcalan’ı sorguya çeken Savcı Talât Şalk, Yavuz Donat’a naklen bir anı anlattı.(*)
***
Evren, Cumhurbaşkanı, Turgut Özal da Başbakan, PKK dal budak sarıyor.
İçişleri Bakanı da Mustafa Kalemli, Güneydoğu’ya şöyle bir gidip etrafı kolaçan edecektir...
İçeride, Hakkâri Valisi’nin (Rahmetli Hayri Kozakçıoğlu) odasında brifing veriliyor:
Diyarbakır Bölge Asayiş Komutanı Korgeneral, Hakkâri Valisi, bölgeden sorumlu Tuğgeneral ve MİT Bölge Başkanı...
"PKK etkisiz hale getirilmiştir.
Bölge huzur içindedir.
Endişe edilecek bir şey yoktur"
Arkadan bir ses yükselir:
"Yalannn.."
Tuğgeneral "Susmam" diye devam eder:
"Burada Bakan’a yalan söyleniyor.
Hiçbir şey sona ermemiştir, mevsim kış, her yer kar, eriyince her şey eskisinden kötü olacak!"
O, Tuğgeneral Altay Tokat’tı.
Akşam orduevindeki yemekte Tuğgeneral’e takılırlar:
"Çok açık sözlüsün!"
"Herkes birbirini kandırıyor"
***
Artık kandırmaktan vazgeçelim.
Gerçeği gören Savcı Şalk’ın, on yıl önce tespit ettiği durumu, Abdullah Öcalan "gerçekleştirmiş"tir.
Devletin siyasi muhatabı olmuştur.
Halep ordaysa, arşın da buradadır.
PKK’nın yüzde 80’i de dağlardadır.
Başbakan çekilen yüzde 20 dediğine göre...
0000
Melih Aşık - Neresi Doğru Ki….
Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreterliği önceki gün 28 Şubat davasıyla ilgili bir açıklama yaptı.
Açıklama özetle şöyle:
"Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 9 Ekim 2012 tarihli yazıyla bizden 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan MGK toplantısına ait ses kayıtlarıyla tutulan tutanakları istedi.
MGK ve CMK kanunlarına aykırı olduğu için bu isteği reddettik.
Söz konusu tutanaklar yetkili mahkeme tarafından (28 Şubat davasına bakan Ankara 13.Ağır Ceza Mahkemesi) talep edilmesi halinde mahkemeye sunulacaktır"
Bu açıklamadan çıkan sonuç mu?
Hukukçu Şahin Mengü’yü dinliyoruz.
"28 Şubat davasıyla ilgili iddianamenin en temel iddiası 28 Şubat 1997’deki MGK toplantısında alınan kararlarla post modern darbe yapıldığıdır.
MGK Genel Sekreterliği’nin açıklamasından anlaşılıyor ki 28 Şubat davasını açan savcılar iddianamelerini, bu davanın en önemli belgesi olan 28 Şubat 1997’deki MGK toplantısının ses kayıtlarını görmeden hazırlamışlardır.
Sadece bu durum bile iddianamenin baştan sakat olduğunun kanıtıdır.
Yine bilindiği üzere MGK kararları genelde oybirliğiyle alınır, ki 28 Şubat 1997’deki kararlar da böyle alınmıştır.
O zaman neden bazı MGK üyeleri için dava açılıp bazıları için açılmadığının da savcılar tarafından izahı gerekir"
Sarıgül muamması
Mustafa Sarıgül CHP’de soru işareti olmaya devam ederken...
Genel merkezin de bu konuda tereddütleri olduğu biliniyor.
Nedir onlar?
Genel Merkez’den bir dostumuz anlatıyor:
- Mustafa Sarıgül, CHP’den 2004 yılında, o günkü Genel merkez yönetiminin kitapçık halinde derlediği...
Somut belgelere dayanan bazı yolsuzluk suçlamaları nedeniyle Yüksek Disiplin Kurulu tarafından oybirliğiyle ihraç edilmişti.
CHP tüzüğüne göre ihraç kararının kaldırılması için önce ilgili şahsın müracaatı olacak.
Parti Meclisi müracaatı görüşecek.
PM, ihraç kararını hangi gerekçeyle kaldırabilir?
Ya, "Geçmişte kendisine iftira edilmiş" diyecek ya da "Suç sabit ama biz sırf seçimi kazanabilmek için kendisini affediyoruz" diyecek.
Ben bugünkü PM’nin bu iki seçeneği de rahatça kabul edebileceğini sanmıyorum.
- O zaman bu iş nasıl olacak?
- Sarıgül’ün önerdiği formül şu; Genel Merkez, partide genel bir af çıkarsın, ihraç edilen herkes, bu arada ben de döneyim, diyor.
Ama istediği sadece bu değil.
Bir sürü siyaset arkadaşının da kimi ilçelerde belediye başkan adayı, kimi ilçelerde meclis üyesi adayı gösterilmesini, yani adeta İstanbul’un kendisine teslim edilmesini istiyor.
Sonraki hedefinin Genel Başkanlık olacağı yolunda güçlü tereddütler yaratıyor.
Bunun rahatça kabulü de herhalde parti açısından kolay değildir.
ABD, İngiltere gibi ülkeler "ileri demokrasi" ye niye hâlâ geçmez anlamam...
Hâlâ parlementoya sorma -danışma- onay alma gibi işlerle uğraşıyorlar.
Demet Özel
EZA
Ankara’da devam eden 28 Şubat davasında siyah saçlı kimse yok...
Tüm sanıklar beyaz saçlı veya saçsız...
Çünkü yaş vasatisi 60-80 arası...
Çoğu hasta...
Başbakan Erdoğan’ın "Cezaevinde mamayla beslenenler var" dediği eski Jandarma Komutanı Teoman Koman duruşmada bayılınca tahliye edildi.
Peki 15 ay neden boşuna hapis yatırıldı...
Avukatı Celal Çelik bunu şöyle izah etti:
- Prof.Haberal’ı tedavi eden doktorların tutuklanmasından sonra ne yazık ki, doktorlar rapor tanzim etmekten korkuyor...
Doktorlar korkuyor yerine korkutuldular demek daha doğru tabii...
Silivri’de de Rektör Hilmioğlu ve pek çok sanık ağır hasta olduğu halde aynı sebepten tahliye edilmiyor.
Türkiye’deki aydınları "iktidar değişikliği istemekle" suçlayan
AKP’nin Mısır ve Suriye’deki silahlı terör örgütlerini iktidarı değiştirmeye teşvik etmesi suç değil mi?
***
AKP karşıtlarının Gezi ruhu varsa;
AKP yanlılarının da pala ruhu var.
Akif Kökçe
Aday
Yerel seçimler aday adaylığı için özellikle CHP’de büyük bir yarış var...
Örneğin Çankaya belediye başkanlığı için başvuranların sayısının 30’u geçtiği bildiriliyor.
İlçe Belediye Başkanlık adaylığı 5 bin lira.
Belediye meclis üyeliği için adaylık başvurusu 2 bin 500 lira...
Adını kimsenin bilmediği, şansı hiç bulunmayan kişiler bu adaylıklara neden başvurur?
"Bundan sonraki seçimlere yatırım", olarak değerlendiriliyor bu hamle..
0000
Arslan Bulut - Kimin elleri kanlı?
ABD’nin Suriye’ye askeri müdahalesinin oylanmasını öngören metnin Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde görüşülmesi sırasında, Dışişleri Bakanı John Kerry ve Savunma Bakanı Chuck Hagel, hemen arkalarındaki izleyici sıralarından "kanlı eller" ile protesto edildi.
İzleyiciler, kırmızıya boyadıkları ellerini Kerry konuşurken yukarıda tuttular...
Arka plandaki kanlı ellerle birlikte Kerry’nin yüzü korkunç görünüyordu.
Protestoculara güvenlik güçlerinden herhangi bir müdahale gelmedi.
TBMM’de Ahmet Davutoğlu veya Tayyip Erdoğan, Suriye’ye müdahaleyi savunurken, bir grup gencin izleyici sıralarından kalı ellerini havaya kaldırdığını düşünelim...
Hemen gözaltına alındıkları gibi haklarında yıldırım hızıyla dava açılır, uydurma suçlamalarla en az 30 yıl hapisleri istenir...
***
Elleri kanlı olduğu ileri sürülen Kerry, Temsilciler Meclisi’nin Dış İlişkiler Komitesi’nde konuşurken "NATO üyesi Türkiye, operasyonun parçası olmayı önerdi" dedi!
Yani elini daha fazla kana bulamak isteyen başkaları da var.
Tayyip Erdoğan, Suriye’de 100 bin kişinin katledildiğini belirterek, sadece kimyasal silah kullanımının değil, öncelikle bu suçun cezalandırılması gerektiğini söylüyor.
Doğru söylüyor!
Muhalefet adı altında, Libya’dan, Afganistan’dan, Pakistan’dan, Mısır’dan ve Türkiye’den savaşçı temin etikten sonra "lojistik destek" vererek onları Suriye’ye gönderen; böylece, yakın zamana kadar huzur içinde yaşayan bir ülkeyi kana bulayanlar 100 bin kişinin öldürülmesinden sorumlu değil midir?
Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Aleksandr Lukaşeviç, "Şam yakınlarındaki mini reaktör veya diğer nükleer tesislerin vurulması halinde tüm bölge radyoaktiviteye maruz kalır" diyor.
100 binlerce kişinin daha ölmesine yol açabilecek böyle bir saldırıdan kim sorumlu olur?
Yoksa Amerikan saldırısına verilen gönüllü destek, kendi döktürdüğü kandan karşı tarafı sorumlu tutmak, yani kendi suçunu örtbas etmek için midir?
***
Üstelik, Rusya Dışişleri Bakanlığı, Birleşmiş Milletler’e de sunduğu 100 sayfalık raporda, 19 Mart tarihinde Han el Esel’de düzenlenen kimyasal saldırıda kullanılan füzenin, Suriye ordusunun standart mühimmatına değil, ülkenin kuzeyindeki muhalif grup Beşeyr el Nasır Tugayı’nın ürettiği roket güdümlü kılavuzsuz füzelerin tipine ve parametrelerine uyduğunu açıkladı.
İran’da İngilizce yayın yapan Press TV ise kimyasal saldırıda kullanılan silahların Suriye’ye Türkiye’den sokulduğunu iddia etti.
Bu arada "eski Meclis üyesi Muhammed Güneş"de Press TV’ye yaptığı açıklamada "Dört ay önce el Kaide ve el Nusra militanlarının kaldıkları evleri arayan Türk güvenlik güçleri, sarin gazı içeren iki kiloluk bir tüp buldu.
Suriye’ye zehirli gaz götürmek için sınırlarımızı kullanıyorlar" dedi.
Gerçekten de Adana Emniyet Müdürlüğü’nün, Reyhanlı katliamının ardından başlattığı El Nusra Cephesi’ne yönelik operasyonda iki kilo sarin gazı ele geçirilmişti.
Bu durumda kimin elleri kanlı oluyor?
***
TBMM Başkanı Cemil Çiçek ise gündemdeki bütün olayların hep İslam dünyasında meydana geldiğine dikkat çekerek, "Neden Avrupa’da olmuyor da İslam toplumlarının olduğu yerde oluyor.
İslam barış ve esenlik dini ama her yerde tekbir getirerek birbirinin gırtlağına sarılıyorlar.
Bunu din mi, Peygamber mi emrediyor?
Yoksa dinin uluları mı böyle söylüyor, buna bir kafa yormak lazım" diyor...
Din ve Peygamber, vatan savunmasını emrediyor.
Ayrıca Kur’an, Müslümanlar arası savaşta, barışın sağlanmasını emrediyor.
"Komşu Müslüman ülkeleri bombalasın diye Haçlı ordularını çağırın, hatta onlarla gönüllü koalisyon kurun" demiyor Sayın Çiçek...
a45UyF587661-201307301451-05
^^^^^ - vvvvv
zaryop:jaro
Hic et ubique terrarumBurada ve dunyanin her yerinde (Sorbonne dovizi)
Latin Atasozu
Kurmus oldugum gruba uye olun Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur: Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com | Ayrilmak isterseniz de : Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com | Grup Sayfamız : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ | Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz. http://orajpoyraz.blogspot. |
0 Comments:
Post a Comment
Subscribe to Post Comments [Atom]
<< Home