(GugukluhayaT) 05-Necati Doğru - Uğur Dündar - Mustafa Balbay - Cüneyt Arcayürek - Ahmet Takan sizin için yazdılar....
Bu topraklar vatanım, ona borcumu ödemek istiyorum
14 Eylül 2013
CHP Milletvekili Emine Ülker Tarhan, SÖZCÜ'ye konuştu.
Tarhan, Giritli bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi.
Ona ilk öğretilen "Bu topraklar vatanımız ona sahip çık" oldu.
Şimdi siyasetin içinde bu öğüdü yerine getiriyor.
Ankara'nın henüz üşütmeyen bir eylül gününde Meclis'teki odasında buluştuk CHP Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan'la.
Öncelikle siyaseti bir kenara bırakıp onunla ailesini, genç yaşında yaşadığı aşkı, motosikletiyle vosvoslarını, hayvan sevgisini, modayı, babasının kalp krizi geçirmesine neden olan sinema filmini, alışverişini, Twitter'daki başarısını, Gırgır okurken attığı kahkahaları ve mutfağını konuştuk.
İşte, Emine Ülker Tarhan'ın ilk kez SÖZCÜ'yle paylaştığı bilinmeyenleri…
"Evimizde reis yoktur"
Siz, "Bizim evin reisi Umur" der misiniz?
Bizim evde reis yok, hayat müşterektir.
Hayat mücadelemizi eşimle birlikte omuz omuza veriyoruz.
Sayın Tarhan, sanat dünyasından dostlarınız var mı?
Pek yok ama sanat, hayatımda eksik değil.
Zülfü Livaneli'yi, Barış Manço'yu, Bulutsuzluk Özlemi'ni, Freddie Mercury'i, Neşet Ertaş'ı dinlerim.
Rock müziğini de halk müziğini de severim.
Sinema severim, edebiyat hep var hayatımda.
Türk filmi izler misiniz?
Son dönemde pek izlediğimi söyleyemem ama 'Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak' adlı filmi çok sevmiştim.
Girit'ten göçen ailenin hikayesinin anlatıldığı 'Dedemin İnsanları' filmi sizin için özel olmalı.
Tarsus'ta yaşayan babam, 'Dedemin İnsanları' filmini izlemek için eski bisikletine atlayıp, anneme de haber vermeden sinemaya gitmiş.
Çıkışta kalp krizi geçirmiş.
Bu nedenle by-pass yaptılar babama.
Biz zor bir hayat yaşadık
Babanız Giritli, o film onu tam da yüreğinden yakalamış demek ki…
Baba tarafım Giritli'dir.
O film, yaşananları ona yeniden hatırlattı demek ki.
Yufka yürekli bir emekçidir benim babam.
Babanızın sağlığı nasıl şimdi?
Babam hiç tatil yapmadan çalışmış birisidir.
Bazen evime gelir ona tatil duygusu yaşatmaya çalışırım.
Biz zor bir hayat yaşadık ama hiçbir zaman yoksulluk edebiyatı yapmadık.
İtilip kakıldığımız, farklı görüldüğümüz zamanlarda ağlamadık.
Bu topraklar bizim son vatanımızdı, biz buna sahip çıkmalıydık ve ona olan borcumuzu ödemeliydik.
Bize bu öğretildi.
Beni, yoksul bir çocukken birikimli bir yargıç yapan bu topraklara borcumu ödemek istiyorum.
Genç yaşta evlenmek zor muydu?
Ara sıra yokluk ve zorluklar yaşadık ama hiç pişman olmadım.
Vekil, anne ve eş…
Meclis'te milletvekili, evde anne ve eş olmak sizi zorluyor mu?
Vekil, anne ve eş olmak kimi zaman zorladı beni.
Bu da kişiliğimle ilgili olmalı.
Hayatımda her şeyi ben yapmalıyım diye bir tavrım var.
Yemeğimi, temizliğimi, ütümü ben yapmalıyım…
Ancak bütün bunların üstesinden gelebilmek de insanı güçlü kılıyor.
Genç anne olmak, okulla birlikte çocuğunu büyütmek, yoksulluk çekmek, kimi zaman buzdolabında sadece bir parça peynirin kaldığını görmek, asker yolu beklemek…
Bunlar insanı güçlü kılıyor, dayanıklı yapıyor.
Hayatı asla kıyısından yaşamadım.
Olumsuzluklara rağmen aslında neşeli bir insanım
Az güldüğünüzü söyleyenler var.
Buna ne diyorsunuz?
Ülkede yaşanan bunca olumsuzluklara rağmen, aslında kişisel olarak mutlu ve neşeli bir kadınım.
O yüzümü herkesle paylaşamıyorum.
Az güldüğüm için kendimi savunacak değilim.
Çok güldüğümü ispata çalışacak da değilim.
Belki de gülünecek çok şey yok bu ülkede diye düşünebiliriz.
Okuldayken Gırgır okuyup çok güldüğünüz doğru mu?
Ders sırasında okul kitaplarımızın arasına Gırgır'ı yerleştirir, okurduk ve gülerdik.
Hatta bu yüzden öğretmen beni sınıftan bile atmıştı.
Hâlâ mizah dergilerini takip ederim.
Twitter'ınız var mı?
Aktif Twitter kullanıcısı değilim.
Ancak başbakan ve cumhurbaşkanından sonra takipçisi en çok olan kişinin benim olduğum söyleniyor.
Bunu da yeni öğrendim.
Sadece bir tane Facebook sayfam var.
Sanatın içine tüküren ve ucube diyen zihniyet var
ŞU anda izlediğiniz diziler var mı?
İnanın televizyondaki dizilere ayııracak zamanı pek bulamıyorum.
En dikkat çeken dizilerden birisi de Muhteşem Yüzyıl…
Geçen yıl hükümet tarafından haremdeki kadınların dekoltesine, dizinin senaryosuna çok karışıldı.
Sanatın içine tüküren, sanata ucube diyen, tiyatroda sakız çiğneyen bir zihniyetten söz ediyoruz.
Sanatçılar kimi zaman toplumu yönlendirirler.
Akil insanlar heyetinde yer alanlar oldu.
Onları eleştirdiniz mi?
Her şeyin içinde olduğu gibi sanatın içinde de siyaset var elbette.
Ama Akil insanlar konusunda yapılanlar hem sanata hem de sanatçıya haksızlıktı.
Çok değerli insanlar olabilir aralarında.
Bence kendilerini kullandırtmakla, kendilerine de haksızlık ettiler.
O süreci karikatüre dönüştürdüler.
Eminim o sanatçılar da gerçeği fark etmişlerdir.
Güzel mantı yaparım alışveriş angarya gelir
SİZ mutfağa girince en çok beğenilen yemekleriniz hangileri oluyor?
Çok iyi mantı yaptığımı söylerler.
Ot ve sebze yemeği pişirmesini çok severim.
Modayla aranız nasıldır?
Modayla aram sıfırdır.
Hayatımda moda diye bir kavram yoktur.
Alışveriş bana angarya gibi gelir.
Vosvoslarınız var değil mi?
1964 ve 1973 model iki vosvosum var.
64 model çok eskidi, onu kapalı bir garajda koruyoruz.
Scooterim var.
Alışverişte bana yardımcı olduğu için kullanıyorum.
Oturduğum ev yokuşta ve aldıklarımı onunla taşımam gerekiyor.
SÖZCÜ
Necati Doğru: Ver ver yetmez!
14 Eylül 2013
Kuzey Irak'ta nasıl "Irak Kürdistan"ı kuruldu, Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da da "Türkiye Kürdistan"ı kurulsun.
Hedef buydu.
Bu hedefe; bazen bir adım geri atarak, bazen iki adım öne geçerek yılmadan yürümekteler.
Açıkça söylüyorlar.
İmralı'da hapiste Öcalan, Ankara'da Meclis'te BDP, Kandil'de dağda PKK, Diyarbakır'da ovada KCK, gazetelerde köşelerinde yazarları, TV söyleşilerinde ekranda profesörleri.
Tek vücut olmuşlar.
Bağımsızlık istiyorlar.
Tek hedefleri var.
Bölünmek.
Bu kadar net anlatımlarına rağmen gerçeği halktan gizleyen, afyonlayan, uyutanlar ise Başbakan, Başbakan yardımcısı, Başbakan danışmanı…
Geceleri TV'ler coşuyor; Başbakan'ın aynı adamları ekranları dolduruyorlar; kalıplaşmış, ağızdan dolma tüfek gibi aynı cümlelerle konuşuyorlar:
"Eee…
Uuu…
Paket hazır…
Üçüncü aşama kapıda…
Sayın Öcalan da öngördü…
PKK silah bırakacaktı…
Eee…
Uuu…
Süreç bitmedi…
Demokratikleşme…
Eee…
Uuu…"
* * *
Dikkatle izleyin; ne kadar "eee…uuu…" sesi çıkartarak laf çevirmeye kalkışan varsa hemen hepsi; "Kürtçe radyo istediniz verdik…
TV istediniz verdik…
Kürtçe isimleri istediniz verdik…
Öcalan ile görüşme istediniz…
Ayağına MİT'i gönderdik…
Anadilde kamu hizmeti istiyorsunuz…
Onu da vereceğiz…
Yerleşim yerlerinin orijinal isimlerini istiyorsunuz…
O da yeni paketin içinde…
Anadilde kamu hizmeti de yeni pakete yazıldı…
" diye sayıp dökerek; bölünme hedefine kilitlenmiş Öcalan taraftarlarını inandırmaya çalışıyorlar.
Süreççiler "verdik" dedikçe…
Öcalancılar "yetmez" diyor.
TV verdik.
Evet ama yetmez.
Radyo verdik.
Evet ama yetmez.
Anadil verdik.
Evet ama yetmez.
* * *
Sürecin daha başından; "Demokratikleşme paketinin aç…
aç…
yetmez…
ver ver bitmez…" noktasına geleceği belliydi.
Sürecin karar vericisi Başbakan Tayyip Erdoğan gibi gösteriliyordu oysa asıl inisiyatif Abdullah Öcalan'a ve onun uluslararası destekçilerine geçmişti.
Öcalan'ın istediği net:
Büyük Kürdistan.
Küçülmüş Türkiye.
Buna razı etmek için "Türk Ordusu çökertildi" ve yola çıktılar ve tek vücut mücadele veriyorlar.
Dün Diyarbakır'da "Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı"na katılan kurumların temsilcileri bir bildiri açıkladılar.
Bildiriyi Ahmet Türk okudu; "Türk Devleti ve PKK arasında silahların susması ve Kürdistan halkının taleplerinin karşılanması için çözüm sürecine destek verdik.
Ancak anadilde eğitim, kendi kendini yönetme hakkı ve Kürtçe'nin resmi dil olarak kabul edilmesi süreçten ayrı değerlendirilmemelidir.
PKK'nın adımlarına karşı devletin gerekli adımları atmasını istiyoruz…
" dedi.
Daha ne desin?
Verdikleriniz iyi ama yetmez!
Yandaşlar uyanın sizi adamdan saymıyor!
Başbakan yine "kefen edebiyatına ve darbe mağduriyeti tekrarına" başladı.
Gündem belirlemede sıkıştıkça bunu yapıyor.
Dün de konuşurken 27 Mayıs-12 Eylül-28 Şubat'ı birbirine karıştırdı ve "12 Eylül'de gazetelerine ne yazmışlarsa bugün de aynısını yazıyorlar" dedi.
Şu anda Türk medyasında gazetelerin yüzde 90'ı Başbakan'ın elinde ve kesin kontrolünde.
Demek ki, onları gazete gibi görmüyor.
Yandaşlar, uyanın sizi adamdan saymıyor.
SÖZCÜ
Uğur Dündar: Usta gidici olduğunu anladı, saldırıyor!..
14 Eylül 2013
Başbakan Erdoğan bugün yaşananların, 27 Mayıs 1960 öncesi süreçteki olaylara tıpatıp benzediğini söylüyor.
Erdoğan "Bugün nasıl bir el, gençleri sokağa itmek, üniversiteleri karıştırmak istiyorsa, 27 Mayıs'a kadar gelen süreçte de bugün olup bitenlerin aynısı yaşanmıştır" diyor.
Böylece "Usta", olayların nedenlerini teşhiste yine büyük hata yapıyor.
Gezi Parkı protestolarını hoşgörüsüz, dayatmacı, yaşam biçimlerine müdahaleci, hatta yaşam hakkını önemsemeyen tutumunun tetiklediğini dikkatlerden kaçırmaya çalışıyor.
Gençlerin niçin meydanlara çıktığına, sokaklara döküldüğüne ve olayların bu boyuta vardığına hiç değinmiyor.
O halde biz değinelim.
Ve "Usta"ya hemen şu soruyu yöneltelim:
Gezi Parkı eylemleri başladığında polisleri biber gazı ve tazyikli suyla gençlerin üzerine saldırtmak yerine, gidip onlarla sohbet etmiş olsa, protestocuların daha çok özgürlük, daha çok demokrasi, farklılıklara daha çok saygı taleplerini dinleyip, bundan sonraki kararlarında dikkate alacağı sözünü vermiş olsa, olaylar acaba bu boyuta tırmanır mıydı?
Hiç sanmam.
Başbakan 27 Mayıs 1960 öncesine benzettiği tablonun ardında bir güç arıyorsa önce aynaya bakmalı.
"Ey Siyanen…
Ey Royters…
Ey Bibisi…
Ey Yahudi faiz lobisi…
Ey Divan Oteli…" diye bağırmadan önce kendisine oy vermemiş olanların haklı taleplerine niçin kulak tıkadığını sorgulamalı.
Çağdaş çoğulcu demokrasinin gereklerini yerine getirmek yerine çoğunlukçu anlayışın dayatmalarında ısrarcı olmasını eleştirmeli.
Hatayı önce kendinde aramalı.
Bir ülkede gerilim, kamplaşma, hatta bölünme varsa bunun en başta gelen sorumlusunun o ülkeyi yöneten iktidar olduğunu unutmamalı.
* * *
Sevgili okurlarım,
Önümde bir kitap duruyor.
1995 yılında basılmış olan "Siyaset Arenası" adlı kitap, karikatür ustası Bedri Koraman'ın çizgilerinden oluşuyor.
Önsözünü kim yazmış biliyor musunuz?
Bedri Koraman ağabeyimizin en çok karikatürünü yaptığı kişi, yani dönemin Başbakanı Süleyman Demirel…
Süleyman Bey "Bir ülkede siyasi mizahın geldiği yer, o toplumun gelişmişlik düzeyini gösterir!" diyerek başladığı önsözde usta çizeri yere göğe sığdıramıyor.
Kendisinden 40 yıllık yol arkadaşım diye söz ettiği Koraman'a teşekkür ediyor.
* * *
Aradan neredeyse 20 yıla yakın bir süre geçmiş.
Bir de bugünkü anlayışa bakın!
Hoşgörü artacağına, demokratik kültür daha çağdaş bir derinlik kazanacağına, tam tersi olmuş!
Başbakan bir yandan "İleri demokrasi ustası" olduğunu söylüyor, diğer yandan yağcılık yapmayan yazar ve çizerlerin üzerine hışımla gidiyor!
Öylesine hoşgörüsüz ki, Türkiye'nin en değerli mizahçılarını ve çizerlerini mahkemeye veriyor.
Kendisine yalakalık yapmak yerine, halkın haber alma hakkına hizmet eden gazetecileri kovduruyor, işten attıramadıklarını da demir parmaklıkların ardına gönderiyor!
Türkiye'nin "dünyanın en büyük gazeteci cezaevi"ne dönüşmüş olması yetmiyormuş gibi, yeni tutuklanmalar için savcılara talimat veriyor!
Demokrasinin kurallarını yerle bir etmekten hiç çekinmiyor!
Böylece tüm dünyanın gözü önünde Türk hakim ve savcılarını Başbakan'ın talimatıyla hareket eden "birer memur" durumuna düşürüyor.
Çağdaş dünyanın buna vereceği tepkiyi düşünemiyor!
Sonra da kalkıp "Ben diktatör olsam bunları yapabilir misiniz?" diye soruyor.
Gidici olduğunu gördüğü için mantık halkaları paramparça olmuş her konuşmasıyla toplumu biraz daha gerip, kendisine oy vermeyenlere saldırıyor!
SÖZCÜ
Mustafa Balbay: 'Bir Türk 5 Japona Bedeldir Ama…'
14 Eylül 2013
Muhteşem yalnızlığımızın sonuçlarını aldığımız 2020 Olimpiyatı oylamasını kazanan Japonların Türklerle ilgili bir gözlemi yıllardır belleğimdedir.
Türkçeyi de iyi konuşan bir Japon diplomatla iki ülke insanının davranış biçimlerini karşılaştırıyorduk.
Diplomat, Japonya'nın Türkiye'de yatırım yapması için de çok çaba harcamış, zaman zaman heyetler halindeki müzakerelere katılmış.
İlk saptaması şu oldu:
"Bir Türk 5 Japon'a bedeldir.
Ancak 5 Japon 50 Türk'e bedeldir"
İlk cümle hoşuma gitti ama ikincisinde duraladım.
Arkasını şöyle getirdi:
"Karşılıklı bir müzakerede biz, işbölümü ile hareket ederiz.
Birimiz sözcü olur, karşıya cevap verir.
Birimiz ona yardım eder.
Birimiz sadece karşı tarafın sözlerini ve davranışlarını not eder.
Birimiz kendi ekibimizin artılarını, eksilerini kayda geçirir"
Arkadaş, böyle bir Japon heyetinin karşısındaki Türkleri ise şöyle tarif etti:
"Hep beraber konuşur, hep beraber susarsınız"
Diplomatın öteki örneği şu:
"Bir Türk işçisi üç-dört işçinin ancak çalıştırabileceği iş makinesini tek başına başarı ile yönetebilir…"
***
Yukarıdaki anlatım pek çok örnekle çoğaltılabilir, olimpiyatlara geçelim…
AKP hükümeti ve etrafındaki koalisyonun rant odaklı hevesleri bir yana, ben iki nedenle olimpiyatların İstanbul'da olmasını istedim.
Birincisi, kendimce iyi bir olimpiyat izleyicisiyim.
1976 yılında Kanada'nın Montreal kentinde düzenlenen olimpiyatları siyah-beyaz televizyondan izlemek için, saat farkı nedeniyle sabaha karşı dörtte kalktığım günleri anımsıyorum.
Başta Finli atlet Lasse Viren'in uzun mesafe koşuları olmak üzere atletizm yarışları beni ayrıca etkilemişti.
Lisede başlayan bu spora ilgim olimpiyatlarla birlikte daha da artmıştı.
Türkiye'deki bir olimpiyat, sporun pek çok dalının tanınmasını, sevilmesini sağlayabilirdi.
Kim bilir, belki sporun futboldan ibaret olmadığı görüşü biraz daha taraftar toplayabilirdi.
Birinci gerekçem özetlemeye çalıştığım gibi yurttaşça.
İkincisi ise politik.
Siyasette, "kime niyet, kime kısmet" çok sık kullanılan bir sözdür.
2020 İstanbul olimpiyatı CHP'nin iktidar olduğu bir Türkiye'de düzenlenebilirdi.
Cumhuriyet'in 100.yılına giderken Anadolu topraklarının tarihsel zenginliği, çağdaş değerleri benimsemiş bir Türkiye'nin 21.yüzyıldaki ufukları tüm dünyaya anlatılabilirdi.
***
2020 olmadı.
Elbette dünyanın sonu değil.
Yeni bir hedef tazelemek için, durumumuzu tüm açıklığı ile ortaya koyup "ne yapmalı, nereden başlamalı" sorularına sağlıklı yanıtlar bulmak gerekiyor.
Her şey bir yana Arjantin'de heyetimize yöneltilen iki soru şuydu:
"Dopingli çıkan sporcularınız hakkında ne düşünüyorsunuz, ne tür önlemler aldınız?"
Bazen soru aynı zamanda yanıttır ve sonuçtur.
Konuya biraz daha genel bakalım.
Birbirinden çok farklıymış gibi görünen üç rakamı alt alta koyalım.
Üç yanı denizlerle çevrili, içi de bizlerle dolu Türkiye'de yüzme bilenlerin oranı yüzde 5.
Okuma deyince öncelikle meydan okumanın ve bildiğini okumanın anlaşıldığı Türkiye'de, gazete okurlarının ve ayda bir kez kitabevine gidenlerin oranı yüzde 5.
Olimpiyatlara adaylıkta rekor kıran Türkiye'de, lisanslı sporcuların oranı yüzde 5.
Bu kadar "yüzde 5" rastlantı olabilir mi?
Hayır…
Bizim insani gelişmişlik oranımız bu.
Yukarıdaki rakamlar daha önce olimpiyatın yapıldığı ülkelerde yüzde 15-20'den başlıyor.
Ortalama yüzde 30.
Örneğin Japonya'da sadece bir gazetenin tirajı Türkiye'deki tüm gazetelerin toplam tirajından fazla.
Günde bir gazete satın alanların oranı yüzde 65.
Bir de oylama sırasındaki tartışmalarımızı ve son bir haftanın gündem konularını düşünün.
Hafta başında Hatay'dan gelen acı haberle birlikte mırıldanmadan edememiştim:
Ölümpiyatlar ülkesiyiz!
Cumhuriyet
Cüneyt Arcayürek: Son Hamlesi?..
14 Eylül 2013
Kimi söylemlere göre tarih; geriye değil; geleceğe, ileriye bakmanın bir aracı ise; uygulamalar bu tanımı yalanlıyor.
Yok hayır tarih; geriye döndükçe, tozlu dosyalar karıştırıldıkça halka korku salarak oy toplamanın, asıl amaçlarına erişmenin bir yoludur diyorsanız…
…
Gidişat; darbelerin tarihsel kronolojisi, bu anlayışı destekliyor, kanıtlıyor ve son analizde iktidarın nihai amaç ve hedefine de ışık tutuyor.
* * *
2006-7 ve 2008'lerde, 2002'de tek başına iktidara gelen anti laik, dinci iktidarı devirme girişimleri piyasaya sürüldü.
Bülent Arınç'ın ortaya koyduğu, darbe planlamaktan başka bir şey düşünmeyen generallerle bir savaşa girmekten bizi Allah korumuş kafasının egemen olduğu siyasal anlayışla; özgür düşüncenin ve laikliğin takipçisi aydınlarla gazetecileri, Cumhuriyet ordusunun üst kadrolarını hapse tıktılar.
Baktılar ki aaa darbeye karşıyız dedikçe yalakası, yandaşı, yalaka yandaş olmayan medyası peşlerinde.
Kıtlıktan çıkan yoksullar gibi daha daha diye bağırıyor.
28 Şubat'a döndüler.
Zira bu tarih onlar için bir kırılma tarihiydi.
Siyasal otoritenin geçmişi karalama defterinde geriye dönüşün ilk hamlesiydi.
* * *
İrticanın belini kıran, laik devlet düzenini allak bullak ederek din kurallarının egemen olduğu bir yapıyı gerçekleştirmeye girişenlere, anayasal düzen içinde, anayasanın verdiği yetkiler çerçevesinde dur denilmesini bir türlü sindiremediler.
28 Şubat darbe mi, postmodern darbe mi, yoksa anayasal düzen içinde siyasal olanaklarla gericiliğe yelken açan gidişi engellemek miydi?
Tartışılmadı, tartışılamıyor bile.
Savcılar, iktidar borazanı bilumum TV'ler, ne yazık ki 28 Şubat ve öncesi günlerin gerçek tablosunu gündeme getirmeye aciz kalan muhalefet…
…
geri bakarak planlı programlı gericiliği inşa etmeyi amaçlayan siyasal otoritenin peşine takıldı.
Hep bir ağızdan 28 Şubat darbedir diye fetva verildi.
* * *
Yargıya ne gerek?
Yoğun kampanya 28 Şubat'ı, o günlerde sorumlu suçlu görülenleri zaten çoktaaan mahkûm etti.
2008 – 28 Şubat!
Siyasal otoriteyi bir adım daha atmaya cesaretlendirdi.
12 Eylül'ü gündeme aldı.
Günlerdir 12 Eylül'ün ülkemize zararları yazılıp çiziliyor.
12 Eylül'den arta kalan neredeyse 100 yaşını dolduracak olan generaller yargılanıyor.
Mahkûm olacaklarına ne şüphe!
Ama yetmedi.
* * *
Daha gerilere, gerilere…
Sırada 27 Mayıs!..
Fakat yüzsüzlüğün daniskasını yaşadığımız konuşulmuyor bile…
Bugün iktidarda olanlar; siyasal ikbale önce ülkeye 27 Mayıs Anayasası'nın sağladığı özgürlük ortamının…
daha sonra karaladıkları 12 Eylül Anayasası'nın örneğin darbeden kalma seçim yasası, yüzde 10 barajının sağladığı bu ve benzeri olanaklar sayesinde eriştiler.
Bir yerleri sıkmadığı için kimileri, demokrasi deyince mangalda kül bırakmayan ilim bilim adamları, düşünürler, aydınlar, siyasetçiler, yüce ve ünlü yazarlar, gazeteciler bu gerçekleri bugünkü iktidara anımsatamıyorlar…
27 Mayıs'ın tuu kaka olmasına ramak kaldı.
Demokratım diyen, ama demokratlığı artık uluslararasında da tartışmalı Başbakan buyurdu ki 27 Mayıs bu ülkeye kötülük yapan ilk darbe olarak duvara çakılmalı!
Belki de emrindeki medyada, iktidar partisi genel merkezinde harıl harıl 27 Mayıs'ı karalayacak ve bu kampanyadan sonra yargı aşamasına geçilmesini sağlayacak hazırlıklar yapılıyor.
* * *
Hah artık bu süreçte sona erdi diye düşünüyor; iktidarın darbe listesi 27 Mayıs'la noktalanacak diyorsanız yanılıyoruz.
Görünen köy kılavuz istemez:
Hedefi demokrasiyi korumak, savunmak değil…
Nihai amaç ve hedefi; Türkiye Cumhuriyeti'ni köklü temellerinden koparmak!
Türkiye'yi Kurtuluş Savaşı ile düşman işgalinden kurtaran, bu savaşın inkâr edemediği yücelikteki kahramanını;
Gazi Mustafa Kemal diye anarak şapka çıkarıyor…
…amma Atatürk'ü, onun çağdaş Cumhuriyetin temel taşları reformlarını yargılamaya hazırlanıyor.
Son hamlesi bu olacak!
* * *
Oysa; bu son hamleye karşı, Atatürk Cumhuriyetini, laik devleti zorbanın elinden kurtaracak ikinci bir kurtuluş savaşı veriyor Türkiye.
Gerçek demokrasiye kavuşmak için!..
Cumhuriyet
Ahmet Takan: Müftülüğün sponsoru olur mu?
13 Eylül 2013
Gün geçmiyor ki Diyanet İşleri Başkanlığı veya il müftülükleri ile ilgili bir şikayet veya ihbar mektubu gelmesin!..
Bir okurumuz, Gümüşhane il müftülüğünde "olup bitenler"le ilgili uzun mektup yazmış.
Müftülükte görev yapan bir isim.
Canına tak etmiş"Bildiklerini" 9 maddede sıralamış.
Oldukça ağır iddialar var"Olup bitenler" den Valilik, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ve de siyasilerin haberdar olduğunu iddia ediyor.
Özetle aktarıyorum:
* Müftü Süleyman Aktaş imamları fişliyor.
* Kur'an kurslarına para toplamayan imamlar hakkında soruşturmalar açılıyor.
Toplanan paraların ise nereye gittiğini bilen yok.
Geçen yıl imamların banka promosyonlarına müftü tehditle el koydu, vermemekte direnenleri sürgün etti.
Müftülük lojmanlarında yakıt parası verilmiyor, Kur'an kurslarının kömürleri yakılıyor.
* Ramazan'da Sağlık Bakanı'nın da katıldığı AKP iftar yemeğinin parası Kur'an kursları için toplanan paradan verildi.
* Kur'an kursu adına alınan yer için imamlar Kurban Bayramı'na kadar para toplamaya zorlanıyor.
Belirtilen limitlerde toplamayanlar sürgün edilecek.
* Söz konusu Kur'an kursunun işleri kendi adamlarına yaptırılıyor.
* Camilere kendi adamlarını yerleştiriyorlar.
* Müftünün, müftüye yakışmayacak bir ağzı ve üslubu var.
* Eğitim Merkezi diye bir yer alındı.
Burada kendi adamı ders ücreti alsın diye ha bire kurs düzenliyor, kurs açma yetkisi olmadığı halde başkasının diplomasını kullanarak…
Gümüşhane İl Müftüsü Süleyman Aktaş'ı telefonla aradım.
Bu iddiaların yer aldığı uzun mektubu, satır satır kendisine okudum.
Soru-cevabı aktarıyorum;
-Siz bu iddialara karşı ne söylersiniz?..
–Biz Müminiz, Müslümanız.
Her şeyden evvel yaşadığımız ve yaptığımız her şeyi Allah'a hesap vereceğimize inanan insanlarız.
Ne Ahmet'in, ne Mehmet'in ne kimsenin hakkının bizde kalmasını istemeyiz.
Ama bu gibi mektuplarla, bu gibi tehditlerle de yapacağımız işlerden vazgeçecek bir insan, bir Müslüman değiliz.
Evet, doğrudur eğitim merkezimiz var.
Evet, doğrudur promosyon paralarını aldık.
Evet, doğrudur Kur'an kurslarına para topluyoruz ama müftülük lojmanlarında kömür parası verilmiyor diyecek kadar "aşağılık şerefsiz" bir ifade olmaz.
Ben, müftülük lojmanında kalıyorum, ben kuruşuna kadar kaldığım parayı veriyorum.
Ve ben gelene kadar oraya bir ton, iki ton kömür alınamıyordu.
Şu anda gidin daha kış gelmeden yüz tona yakın kömür stokumuz var.
Yapılan hizmetler de bellidir orada.
Biz bir buçuk senedir dağları deliyoruz 10 bin kamyonun üstünde taş deldik attık.
10 bin kamyon bakın mübalağa etmiyorum.
-Taş delme işini anlayamadım hocam…
–Kur'an kursu için.
Kur'an kursunun üstünde ne var, 300 kişilik yatılı kız Kur'an kursu.
Bir o kadar üniversite kız öğrenci yurdu.
Gümüşhane'de kiralar bin liraya, bin beş yüz liraya çıktı.
Daha 3 sene önce 250 lira, 150 lira, 300 lirayken bugün bin lira, bin beş yüz lira.
Böyle de bir istismar var.
Ama biz 300 kişilik de kız öğrenci yurdu, konferans salonu, cami, 30 küsur lojman…
Tabii birileri rahatsız oluyor bu işlerden.
-Hocam banka promosyonlarını ne yapıyorsunuz?
--Banka promosyonları usulüne uygun bir şekilde vakfa gidiyor.
Orada dendiği gibi değil.
Onlar vakfa giriyor kuruşuna kadar vakıftan çıkıyor.
Bizim vakfımızı Türkiye Diyanet Vakfı denetliyor bir, Vakıflar Genel Müdürlüğü denetliyor iki, onun dışında devletin kurumları, kuruluşları denetliyor üç.
Anlatabildim mi dediğimi?
Kuruşuna kadar giren de bellidir, çıkan da bellidir.
Onun için vatandaş böyle diyor diye ve üç kişi promosyon parası verdi onları sürdürdü diye yalan olur mu?
Onların hepsi soruşturmayla gitti.
Hepsi dava açtı davaları da kaybettiler.
-Bir de bu Ramazan'da Sağlık Bakanı'na verilen yemek var.
–Bir lira ödemedik beyefendi, bir lira.
-Kim karşıladı peki hocam?
–Tamamen sponsorlar karşıladı.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın da yazısı var bizde.
Ramazanlarda iftar verin, sponsorlara verdirtin, vakıftan para vermeyin diye.
-Bu sponsorlar kim?
Sormamda bir sakınca yoksa?
–O kadar sormayın.
Siz bana isim vermiyorsunuz, onu da siz bana sormayın.
-Peki, hocam, doğru mudur sponsorlara yemek verdirmek?
–Doğrudur tabii niye doğru olmasın.
Bir vatandaşa diyorsunuz ki ben Ramazanda iftar vereceğim bunu vakıftan ödeyemiyorum bunu öder misin?
Vatandaş da hay hay diyor, ödüyor niye ödemesin ki.
Bu Türkiye'nin her yerinde yapılan iştir.
-Sponsorlar da sonunda ticaret yapan insanlar, daha sonra bunu suistimal etme ihtimalleri yok mu?
–Niye istismar etsin ki ben politika yapmıyorum ki.
Ona bir sponsorluk vereceğim de arkasından bana oy ver demeyeceğim ki adama.
Benim ondan bir beklentim yok, onun benden bir beklentisi yok.
Ne istismar edecek.
Bana iş yaptırtacak hali yok ki adamın.
-Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
–Yok.
Sizin sormak istediğiniz bir şey var mı?
-Ben aklıma gelenleri sordum hocam.
Çok teşekkür ediyorum.
–Ama orada tabii rahatsız olanlar var.
Ayrıca "geçmişte alışılagelmiş bir düzen" kuranlar vardı.
O düzen kuranların düzeni rahatsızlığı bozuldu, onun için böyle kaşınıyorlar yani.
Kaşınmak isteyen herkesi de kaşımayı çok seviyorum.
Ben size söyleyeyim.
Dediğimi anladınız mı?
-Anladım hocam.
AKP'nin arka bahçesinden bir fotoğraf daha sundum sizlere.
Müftü efendi kimi ne zaman, nasıl kaşır bilemem ama Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yazısı ve şu sponsorluk işleri, bir de banka promosyonları beni kaşıntıdan uyuz etti!..
Yeniçağ
a45UyF587661-201307301451-05
^^^^^ - vvvvv
zaryop:jaro
Yardim almaya alisanlar, gun gelir buyruk almaya da alisirlar.4.
MURAT
Kurmus oldugum gruba uye olun Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur: Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com | Ayrilmak isterseniz de : Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com | Grup Sayfamız : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ | Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz. http://orajpoyraz.blogspot. |
0 Comments:
Post a Comment
Subscribe to Post Comments [Atom]
<< Home