Sunday, October 27, 2013

(GugukluhayaT) LÜKSE ÖVGÜ...VE ...GÜNÜN KARESİ....X

 LÜKSE ÖVGÜ

 

 

LÜKS KAVRAMINA FARKLI BAKIŞLAR

 

                              Bu çalışmada yer alan görüş ve düşüncelerin tamamı Can Yayınlarından 2010 yılında yayınlanmış olan Lükse Övgü (Yazarı ; Thierry Paquot) adlı kitaptan alınmıştır. Doğaldır ki, özetleme yapılırken kitapta yer alan görüş ve düşüncelerin tamamı değil kendi anlayışımıza uygun düşen görüş ve açıklamalar yine kendi anlayışımıza uygun bir tasnifle özetlenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda kitapta bazen farklı bölümlerde yer verilen görüşler kendi anlayışımızla bütünlük ifade etmesi bakımından farklı yerlerde kullanılmıştır. Yine de mümkün mertebe kitapta yer alan bölümlemelere ve ifadelere sadık kalınmaya çalışılmıştır. Konu hakkında daha fazla bilgi edinmek ve farklı yorumlara ulaşmak isteyen kardeşlerimize kitabı okumalarını tavsiye ederiz.

 

                              BİR LÜKSTEN ÖTEKİNE

                               Lüks mü? “Lüks” dediğiniz anda herkesin ona kendince bir örnek vereceğini fark edersiniz.

 

                              Ama siz belki içten içe, lüksü, yapmak istediğiniz şeyi, istediğiniz zaman yapma özgürlüğüyle ilişkilendiriyorsunuzdur. En azından ben böyle hissediyorum ve o durumda lüksün gerçek anlamda bir bedeli kalmıyor, maddi bir görünümü bile olmuyor, her şeyden önce bir duruşu yansıtıyor.

 

                              Lüks; Latince “abartma, aşırılık” demek olan luxus’ tan gelmektedir. Aynı zamanda luxus diye bir sıfat bulunmaktadır, “eğik” anlamına gelir. Baudrillart için lüks uygarlaştırıcı bir unsur olup hem iyiliğe hem de kötülüğe yol açıyor Müslümanlıktaki ölçülülük ona daha sıcak geliyor. Gerçekten de müslümanlık insanlara gündelik hayatta ölçülüğü tavsiye eder.

 

                               Aziz Augustinus “gereksiz olana sahip olmak, başkasına ait bir şeye sahip olmak demektir” diyerek adeta lükse savaş açar.

 

                               Paul Leroy-Beaileu lüksü şöyle tanımlıyor: “Yalnızca yaşama gereksinimleri açısından değil, aynı zamanda yaşamdan alınan tat ve incelik bakımından da, bir ülkenin sakinlerinin büyük bölümünün temel olarak değerlendirdiği şeyi aşan gereksizlik payı.”

 

                               Yazar Charles Gide^e göre “Lüks kaynaklarımızla gereksinimlerimiz arasındaki her türlü akıldışı dağılımdır.” Ekonomist ve hukukçu Jean Lhomme Lüksü, “gereksiz (yazar tarafından vurgulanmıştır) bir harcamayla, bir kullanımla” kısıtlar.

 

                               Philippe Perrot lüks’ e bir saygınlık yükler ve lüksün saygınlığının “yalnızca güzel ve pahalı gereksizliği” nden kaynaklanmadığını söyler: “Bunu ona sağlayan şey, bir kez daha mekana, zamanın nasıl değerlendirildiğine ya da yaşam tarzlarına bağlı olarak bir dizi biçim, madde arasında, toplumsal açıdan ayrı, arzulanan ya da nitelikli olma özelliğidir. Sonuçta, lüks onun tadına bakanlar tarafından kutsallaştırılıyorsa da, asla sahip olamadan onu izleyenler tarafından da bir o kadar kutsallaştırılır.” Şurası da bir gerçektir ki, “savurganlık ve gösterişe en zenginlerde olduğu kadar aynı toplum içinde yaşayan en yoksullarda da rastlanır.”

 

                          Görüldüğü gibi lüks düşüncesi bir hayli çeşitlilik gösteriyor, tartışma götürmez biçimde gizli ve değişken bir öznellik payı içeriyor. Elbette lüksün gerçekleşme koşullarında büyük çoğunlukla paranın katkısı var, ama lüks düşüncesi bir şekilde basit ekonomik çözümlemeyle kavranamıyor. Başka bir şekilde ve çarpıtarak söylersek, bir milyarder sürekli lüks içinde yaşadığı için onun farkına varmıyor, tekrarın ve bayağılığın sıkıntısına gömülüyor, oysa yoksun bir aile, bir içki aleminde tıka basa yiyip içerek hiç rahatsızlık duymadan dalgasını geçebiliyor! Eline geçen ilk parayı saçıp savurmayan kişi lükse belli bakışın yanından geçiyor ve bundan asla kutulamıyor! Bu aşırı harcamanın ayrıksı özelliği ona bir lüks görünümü kazandırıyor, buna karşılık kendine en pahalı şeyi sunma alışkanlığı bu görünümü yok sayıyor.

 

                               Her bireyin kurtuluşunun mal edinme yetisine bağlı olduğunu düşünen tüketim toplumu ruhunun tersine, maddi olmayan malların, “bedeli olmayan şeylerin”, pazardan kaçan önemsiz şeylerin bana engin hazlar yaşattığını fark ediyorum. Aslında, tüm bunlar tam da lüks üstüne düşündüklerimi yansıtıyorlar.

 

                              Genelde mutlu olmak ile lüks’ e sahip olmak arasında doğrusal bir ilişki var  olduğu kabul edilir. Mutlulukla lüks’ ü bir arada anmamın nedeni, bundan böyle lüksün mutluluğu hem destekleyecek, hem güvence altına alacak bir şey olarak düşünülecek olmasıdır.

 

                              Pierre Larousse Büyük Evrensel Sözlük’ te ‘’ Peki ama Lüks nedir diye sorar ve şöyle bir tanım getirir. Lüks gereksizin kullanımıdır. Geriye, kullanım ve gereksiz sözcükleriyle ne demek istendiğinin açıklanması kalır. Lüks ancak psikolojiden hareketle anlaşılabilir. Şöyle yazar: “İnsanı durmaksızın yaşam koşullarını iyileştirmeye iten o güzellik ve iyilik tutkusundan daha meşru bir şey olamaz. Ama insana bunca doğal gelen bu güzellik ve iyilik gereksiniminin basit ve saf ifadesi lüks gereksinimi, zevki değildir. Onu değiştiren, bozan başka duygular girer işin içine, kösnüllük ve gurur.” O halde lüks, tüketimin özel bir süreci sayılabilir ve özel olarak onu ele almak tüm bu konuların incelenmesini gerektirir.

                               

                         Fourier “lüksçülük ya da lüks arzusu” n dan ne anladığını açıklar. Onun için lüks her zaman farklı öğelerden oluşur ve duyuların –onlar da birleşmiş ya da teker teker coşturulmuştur- en eksiksiz biçimde tat almasını sağlamaya çalışarak sürekli olarak içle dışı birleştirir. Lüks mal dünyasına ait değildir ve parasal işlemin bütünüyle dışındadır. İnsanoğlunun mutluluğu ele geçirme yetilerinden biridir o. Lüks elde edilmesi gereken bir sonuçtur –tıpkı bir iyilik gibi-, sahip olunması gereken bir nesne değil.

 

TÜKETİM TOPLUMUNDAN ÇIKMAK

 

                               Ücret karşılığı çalışmanın 19 ve 20. yüzyıllarda Avrupa ve Amerika da yaygınlaşması kimi tarihçilerin sanayi toplumu dediği şeyin oluşumunu sağlamıştır. Peşi sıra bu kez tarihçiler değil de toplumbilimciler “sanayi toplumu” nun yerini alacak “boş zaman toplumu” ndan (bununla birlikte, 1960 lı yılların başından sonra “sanayi sonrası” olarak adlandırılır bu toplum biçimi) söz etmeye başlarlar ve çalışmanın gündelik yaşamın yalnızca bir parçasını oluşturduğunu, üstelik kesinkes en temel parça olmadığını göstermek amacıyla zaman-bütçeleri ortaya koyarlar.

 

                              Toplumbilimci Joffre Dumazdier boş zamanın üç işlevini-dinlenme, eğlenme ve gelişme olarak tanımlamıştır Dumazdier’ e göre bu üç işlev birbiriyle dayanışma halindedir ve uyuşumları kişiden kişiye değişir. Daha sonra diğer toplumbilimciler tarafından bu üç işleve sanayi toplumunu ortaya çıkardığı ve onların boş zaman etkinlikleri tarafından yaratılan yabancılaşma eklenir.

                               Genele yayılan bu yabancılaşmayı Alman felsefeci Herbert Marcuse Tek Boyutlu İnsan: İleri İşleyim Toplumunun İdeolojisi Üzerine İncelemeler’ le geçersiz kılar.

 

                               “İçe kapalı toplum ekonomik, siyasal ve askeri gelişmeyle dışarıya açılır. Bu gelişmenin yayılmacılık olup olmadığını saptamak az çok bir anlam sorunudur. Burada da aynı şekilde bütündür hareket halinde olan: bu bütün içinde işlerle siyaset, kazançla saygınlık, gereksinimlerle tanıtım arasında kavramsal bir ayrım yapmak artık pek de olanaklı değildir. Bir “yaşam tarzı” dış ülkelere yayılır ya da o yaşam tarzı bütünün dinamiğine kendiliğinden yayılır. Sermayeyle, bilgisayarlarla ve beceriyle birlikte, başka “değerler” ortaya çıkar: malla, saldırgan motorlu makinelerle, süpermarketin sahte estetiğiyle kurulan kösnül ilişkiler.” Dolayısıyla, yabancılaşma duygusunu insanlara hissettiren şey artık niteliksiz –hiç kişisel doyum yaşatmayan- iş değildir; toplumun bize ilerleme, rahatlık, serbest zaman v.b… olarak sunduğu şeylerin tümünü kabullenerek yabacılaşırız kendimize. Sonuç olarak da, çalışmaya ayrılan zamanın dışında kendimizi keşfettiğimizi düşünürken, benliğimizden yoksun kalıveririz! Her şey ama her şey der, çok boyutluluğumuza köstek vurmak ve durmaksızın bizi tek boyutlulaştırmak için işler tam da.

 

                               “Ekonomi” yi ve enderliğin düzenlenmesini temel alan eski bir kültürden, üretim bolluğunu ve tüketim yoğunluğunu temel alan yeni kültüre geçiş…” haklı olarak ekler: “bu resimde ne tüketici, ne tüketilen nesnedir önemli olan, tüketicinin ve tüketme sanatına dönüşen tüketme ediminin temsilidir.”

 

                               Şimdi, toplumculuk, onun göstergeleri, şifreleri, değerleri tüketimle öğrenilmektedir. Artık insanlar kendilerini çalışmaya göre, çalışmanın içinde ve çalışmayla düzenlemez, keşfetmez, gizli güçlerini sınamazlar. Hayır. Çalışma zorunlu, bayağı, çok da büyük önem taşımayan, kişiye gerçek anlamda yaşamasını sağlayacak bir ücret kazandıran bir uğraşı yansıtır… Çalışmayı hala Belçikalı sosyalist, tekrar tekrar okunacak La Joie au travail (çalışmanın mutluluğu) kitabının yazarı Henri de Man’ ın diyeceği üzere, bir sevinç kaynağı olarak gören kişilerin sayısı oldukça azdır.

 

                               Bir etkinliğin seçimi tartışma götürmez biçimde bir lükstür. Tüm toplumlarda, çalışma bireylerin yüreklerinde gizlenen zenginliği özgür kılmaktansa, ona köstek olan bir engel, bir zorunluluk, bir ceza olarak yaşanır. Kişisel gelişme koşullarının çalışmanın “dışında” ele geçirildiğine inanılır.

 

                               Bulunan  ya da taklit edilen şey, her zaman belli oranda bir inancı ya da arzuyu açığa vuran; aslında bir dilin sözcüklerinin, bir dinin dualarının, bir devletin yönetim birimlerinin, bir kanunun maddelerinin,bir ahlakın görevlerinin, bir sanayinin işlerinin, bir sanatın yöntemlerinin ruhunu bütünüyle içinde barındıran bir düşünce ya da bir istenç, bir yargı ya da tasarı olmuştur.

 

                               Andre GORZ “yeni” kapitalizmi tanımlar ve “insanın sermayesi” ni tek üretken şey olarak düşünür. İnsanın sermayesi sözünden, bireyin sahip olduğu bilginin yanı sıra başka bilgiler edinmeye elverişliliğini, farklı yeteneklerini, kişiliğini, hatta duygularını anlar. Bu “yeni” kapitalizmin ülküsü yalnızca “girişimciler” i kullanmak olabilir, herkes tek başına “bireysel hizmet yükümlülüğü” n de bir işletmeye dönüşür. Bu da ancak yeni haberleşme ve iletişim teknolojileri sayesinde olanaklı olabilir ve sermayenin bilimle daha önce görülmemiş biçimde birleşmesiyle kendisini gösterir. Böylece, mali sermayeyle birleşen bilim (yani tüm bilgilerde ustalık, ortak zeka) sermayenin etkisinden kurtulmaya çalışan bir “bilişsel kapitalizm” yaratır.

 

                               Böylece bir tür değişime tanık olunur: tüketim toplumu hala varlığını sürdürmektedir, ama etkisi azalmıştır, en azından tüketicilerin yadsınamayacak bir kesimi için, çünkü artık bir topluma ait olunduğu duygusunu yaratmaz. Yeni haberleşme ve iletişim tekniklerinin genelleşmesiyle, her birey kendini aynı anda hem bağımsız, hem de başkalarına bağımlı olarak görür.

                               Gereksinimlerle başlamak istiyorum. Bu sözcük her şeyden önce bir eksikliğe işaret eder. Bir şeye gereksinim duymak eksik olan şeyi doldurmaya çabalamaya, bu yolla o gereksinimi gidermeye sürükler insanı.Teknik ve teknolojik yenilikler yaşam tarzlarını eşit düzeye getirir ve sonunda lüksün biçimini değiştirir. Lüks artık ender, kısıtlı, biricik bir şey değildir –kopyalanabilir, yeniden üretilebilir, taklit edilebilir- ve bedeli de üretimin artışıyla düşer. Nüfusun çoğunluğunun erişebildiği bir gönenç öğesine dönüşür. Lüks yalnızca bir kulübün seçilmiş öğelerine, varlıklı “sınıflar” a özgü bir şey değildir artık.

 

OTIUMA KARŞI NEGOTIUM MU?

 

                               Seri üretim seri tüketim demektir ve lüks de yeni üretim,dağıtım ve pazarlama şekillerinden etkilenmiştir.Aslında alışveriş her şeyden önce bir “karşılıklı ilişkiler sistemi” değil midir?

 

                               Negotium Yunanca “boş zaman olmaması olgusu”, daha genel anlamda “uğraş”, “iş” anlamlarına gelen askholia’ dan gelmektedir; schole ise “serbest zaman” dır, insanın kendi kişiliğini keşfetmek amacıyla inceleme yapmak için kullanabileceği zamana denir (kendini bil); ondan da ecole (okul) anlamında Latince schola sözcüğü türemiştir; Yunanca “serbest zaman” Latince’ ye “aylaklık” anlamına gelen otium sözcüğüyle çevrilmiş, “serbest zaman” (loisir) “boş zaman” (Yunanca scholazein) olarak anlaşılmıştır; loisir de Latince licere’ den gelir ve Fransızca licite (meşru) sözcüğünün doğmasına yol açacaktır.

 

                               “Karşı çıkmamıza ve yadsımamıza karşın, alışveriş bizleri ortak yaşamla yüzleştirebilecek tek tük olanaktan biridir. Çoğu durumda, bir kurumun ya da bir kentin kimliğinin simgelediği şeyi belirtir, destekler ve hatta tanımlar. Alışveriş eskiden birbirinden ayrı olan öğelerin arasında yaygın bir birlik biçimi yaratmış ve kamu yaşantısının kaçınılmaz bir olgusu haline gelmiştir.” Dolayısıyla alışveriş insanlığın etkinliğine gittikçe daha çok yön vermekte, o etkinliğin içine sızmakta ve onu ele geçirmektedir.

                                              

               Aslında, boş zaman insanın kendisi için ve önemsiz şeyler için, karşılıksız olarak serbest bırakılmış bir zamandır –özgür bir zaman değildir- tüketim ediminin dinamiğinden kaçar; değiş tokuşun, yani kımıldamanın, taşımanın dinamiği içinde kalır.

 

                               Tüketim, en azından tüketim tarzlarından biri, değiş tokuşa, öteki’ yle karşılaşmaya yarayan o özel iletişim biçimine benzer.

 

GEREKSİZİN GEREKLİLİĞİ

 

                               “Delirdin mi sen! Bu zımbırtıya o kadar para verilir mi?” “Hoşuma gitti, ne yapayım!” Bin kez duyduğumuz, gereklilik, onun ticari değeri, gerçek değeri ve bilinen değeri konularındaki, atalardan kalma tartışmayı yineleyen sıradan bir konuşmadır bu. Bu üç değer aynı düşünme biçimlerine bağlı değildir ve aynı tutumlara sürüklemezler insanı. Gerekliliği öngörüldüğünden çok daha düşük olan bir mal çok pahalıya satın alınabilir ya da neredeyse hiçbir şey ödenmeden olağanüstü bir tatmin yaşanabilir.

                                              

                              François Bellanger’ nin gözlemlerine göre, “tüketiciler hala fiyat etkenini hesaba katıyorlarsa da, alışveriş yaparken geçen zamanın maliyetini de gittikçe daha çok hesaba katarlar.” Bundan böyle, gündelik yaşam ürünlerinin satın alınması tüketim toplumunun başlangıç döneminin tersine, artık bir haz olmaktan çıkıp ivedilikle kurtulunması gereken bir zorunluluğa dönüşmüştür. François Bellanger bir yandan müşterilerine zaman kazandırmak zorundayken, bir yandan da onları haz almak üzere gelmeye isteklendirmek derdinde olan dağıtımcıların strateji değiştirdiği sonucunu çıkarır bundan. Yeni ortamlar, yeni karşılama, yeni mobilyalar, yeni hizmetler ve özellikle yeni birimler (servis istasyonları, garlar, havaalanları, limanlar, yakın mağazalar, robotlaştırılan bakkallar …).

                               Lüks ticareti de, müşterilerin alışkanlıklarında saptanan bu çok önemli değişimleri göz önünde bulundurur. Üstüne üstlük, onun fiyatlarını yararlılığa göre haklı göstermesi gerekmektedir. Yararlılık: İşte size ekonomi uzmanlarının yüzyıllardır ticari değiş tokuş kuramları ortaya atmak için kullandıkları karmaşık bir sözcük. Hatta “yararcılık” adında bir felsefi akım bile vardır.

 

                               Hume, An Enguiry Concerning the Principles of Morals adlı kitabında, yararlılığı mutlulukla birleştirir ve “doğrudan onayımıza ve iyi yürekliliğimize katkıda bulunan her şey” yararlıdır diye yazar.

 

                               Sözgelimi, çağdaş toplumlarda bile, değiş tokuş yalnızca ekonomik değildir, ahlakın yadsınamaz bir rolü vardır ve duygusallık, aile, onur, dayanışma gibi ekonomik olmayan özellikle “ekonomik etken” in seçiminde etkili olur.

 

                               Gerekli, yararlı olan bana hizmet veren, gündelik yaşantımı süsleyen, alışkanlıklarımla ilişkilenen, sıradanlıkla birleşen ve sıradanlığı benim için katlanılabilir kılan şeydir. Hele hem yararlı, hem hoş bir şey bulabilirsem, daha ne isterim?

 

                               Onlardan vazgeçebilirim ama buna üzülürüm.

 

                               Gerekli, yararlı olan şey bana hizmet eden şeyse, bugün bana hizmet etmeyen şey yarın işime yarayabilir. İşte size bir karmaşa. Duruma göre gerekli olan gereksiz olur, o gereksiz de sonra yeniden gerekli olur.Gereksizlik gerekliliğin yakasını bırakmaz,aynı şekilde gereklilik de gereksizliğinkini.Bu ikisi düşman değil işbirlikçidir,onları ayırmak isteyenin karşılaştığı ikilem de bundan kaynaklanır.

 

                               Gerekli olan gizli gereksizliğini açığa vurduğunda, ondan kurtulabilirsiniz. Gereksiz olan gerekli yanlarını açığa vurduğundaysa, son derece mutlu olursunuz.

 

                               Gereksizin gerekliliğini ne rakamlar, ne tanıtım ilanları, ne de bir yakınınızın düşüncesi gösterebilir. Kanıt anca deneyimle elde edilir ve başkasına aktarılamaz. Bu deneyime ben “lüks” diyorum ve ona “ütopik” değerler yüklüyorum.

 

SAATLİ Mİ, SAATSİZ Mİ?

 

                               Saat ölçümü aslında XX. Yüzyılın başlarında büyük bir kesinlik kazanmıştır. Güneşin ritmi belirler “çalışmaları ve günleri”, geceyse keşfedilmemiş ve korkulan bir anakaradır. Yılın gelişimi dinsel takvime uyar ve çalışmayan günler kutlanması gereken bayramlara denk gelir.

 

                               Akreplerle yelkovanlar insanların yakasından düşmez olur, artık hiçbir kamu alanı onlardan kurtulamaz! Fabrika düdüğü, ders zili, kilise çanları, tüm kent aynı tempoda titreşir. Kronometrelerle birlikte, çalışma, saat üstünden hesaplanır ve mühendisler “ölü zamanlar”ı ortadan kaldırmak adına işleri ussallaştırmaya çabalar. Üretim zamanı verimin ve üretkenliğin müttefiki durumuna gelir.

 

                               Bir Sanattır Öğle Uykusu adlı yapıtında Jean Duvignaud şöyle der;Saat benim için lüksü, ne lükse ilişkin düşüncemi, ne de lüks idealimi simgelemiştir. Disiplin savıyla fazlasıyla lekelenmiş bir alettir o, temel olarak özgürlükçü zihnime ters düşer. İnsanın zamanını canının istediğince kullanmasıdır benim lüks idealim. O halde ölçüsüz olanı ölçecek bir alet ne işe yarar? “Dünya kadar zamanı olmak” demek benim için zamanı hesaplamamak, istediğim şeyi kendi ritmime göre gerçekleştirmek demektir –yavaşlık ağırlaştırılmış bir hızdır-, işte onun sözünü ettiği paha biçilmez bir değer.                          

                               Birden Stendhal’ in bir tümcesi geldi aklıma: “Yaşam sabahlardan oluşur.” Doğru, başlangıç büyük bir zevktir, ama ancak bedenimle ruhum huzur içindeyse onu sevebilirim, bu yüzden adına öğle uykusu, yürüyüş, kendine ait zaman, dinlenme, mesafe, lüks ve tembellik denen o bakımı uygularım onlara.

 

                               Sanayileşme ve onun neden olduğu teknik bölünme bağlamında, çalışma insanın toplum içinde bir yer edinmesinin, kendi yerini bulmasının en iyi yolu olarak ortaya çıkar. Yavaş yavaş, çalışma ideolojisi herkesi egemenliği altına alır ve normallik anlayışını dayatır.

 

                               Unutmayalım ki tembellik uzun süre boyunca yedi büyük günah arasında sayılmıştır, demek ki kural dışılığın merkezlerinden biri olarak görülmüştür; değil mi ki günah her şeyden önce suçluluğun ana nedenlerinden biridir!

 

                               Boş zaman insanın kendisine ait zamanıdır, hiçbir şey yapmadan geçirdiği zaman değil, istediğini yaptığı zamandır. Bir biçimde serbestleştirilmiş zamandır, kesinkes uğraşısız zaman değil.

 

                               Tembellik bir hak değil, bir görevdir, gerçek anlamda öğrenilmesi gerekir, çünkü biz genel olarak toplumun bize her şeyi borçlu olduğunu düşünürken, her konuda yardımcı olduğunu sanırken, özgürlük düzeyimiz parasal değiş tokuştan kopuk girişimlerimizle, kişisel başıboşluklarımızla, kendimizle baş başa kalışımızla ölçülür. Zaman ona tam da boş zaman olarak sahip olduğu oranda paha biçilmez bir değerdir. İnsanın, küreselleşen pazarın zamanına, kutsal verim gücünün dayattığı çalışma saatlerine karşı direnmesi, hıza yalnızca akışı yönetenler karar verdiğinde hızı değiştirmeyi reddetmesi; yavaşlık özlemi, neredeyse kalıtsal bir nitelik kazandığında onu da kabul etmemesi, buna karşılık zamanını nasıl kullanacağını, ritimlerini, canının istediği gibi kendisinin belirlemesi, işte budur lüks, hem özerk hem de başkalarına saygılı bir yaşama sanatı.

 

BİR YAŞAMA SANATI

 

                               Günümüzde Lüks, görece ender bulunan (ya da sınırlı sayıda üretilmiş),dolayısıyla, pahalı; bu yüzden de kendisini lüks sanayilerinin saygın, zarif ve süslü tapınağına girmeye hakkı olan,seçilmiş, seçkin tek topluluk olarak gören bir müşteri kitlesine ayrılmış bir mal (maddi ya da maddi olmayan, mümkünse numaralandırılmış) biçimini alır. Fiyatı aşırı görünür, bu da ona hesaba sığmaz bir hava katar, birçoklarının ona imrenmesine, buna karşılık sahtecilerin ortaya çıkmasına yol açar. Bu haliyle bir toplumsal statü simgesi haline gelmiş ve sözüm ona hazcı ve toplumsal kültürel açıdan hala ayırt edici olan lüksün karşısında gerilemiştir. Demek ki lüksün birçok çeşidi vardır. Şatafatsız törensiz, tıpkı bir büyü gibi tüketilebileceği gibi, lüks olarak nitelenen bir mağazadan, lüks olarak nitelenen bir ambalaj içinde alınabilir.

 

                               Yeni haberleşme ve iletişim teknolojileri devrimi daha beklenen ya da beklenmeyen tüm etkilerini göstermedi. Çalışma düzenini, hatta çalışmanın insan yaşamındaki anlamını kökten değiştiriyor. Yaşama tarzlarını ve tüketim şekillerini başkalaştırıyor. Toplumdan kopuşa ve bireyselleşmeye yol açıyor. Bugün eski tarz lüks de yeni tarz lüks de bocalamaktadır. O potansiyel müşteri kitlesine uluslararası yeni bir dil geliştirmeleri gerekir,bu da belli oranda bir kısırlaşma,daha doğrusu “lüks kültürü” nün yeniden tartışmaya açılması demektir. Bu kültür refahla mutluluğu birbirinden ayrılmaz şeyler olarak görür. Refah dışarından beslenir, mutluluksa içeriden. Refah, dünyanın size karşı durumunun sonucudur. Mutluluksa arzularınızdan ileri gelir, içinizde titreşir, size bir sürü yarar sağlar.

                               Pazarın yarattığı seraplar karşısında bireyin düşünsel ve duygusal bağımsızlığına bel bağlıyorum ben. Herhangi bir markaya ya da üstünüze yapıştırılmaya çalışılan herhangi bir imgeye bağımlı olmayı engelleyen böylesi bir özerklik yalnızca bağımlı olmayı engelleyen böylesi bir özerklik yalnızca tuzu kurulara özgü bir şey değildir, insanın arzularına tepki verme yetisine dayanır.

 

                               Benim anladığım şekliyle lüks kişinin kesin olarak kendini bilmesini gerektirir, bu yüzden düzenli olarak otium’ a başvurmalı ( yani kendine zaman ayırmalı); aynı zamanda “askıda” ya da “havada” kalmak dendiği gibi, “arzu(lar)da” kalabilmek ve her zaman asla kendilerini yatıştıramayacak şeyi arzulayan kişilerin benimsediği çekemez, kıskanç, doyumsuz tavrın önüne geçebilmek için kendisine söz geçirebilmelidir.

 

                              Toplumumuz lüks sorunu üstüne yeniden düşünmeli, yaşamlarımızı lüksleştirmeli, keyifli bir hale getirmelidir. Yaşama hazzını gerçeğe dönüştürmek için belirleyici üç değere saygı göstermenin zamanı gelmiştir: zaman, sessizlik ve enginlik. Şimdiye dek olmadığı kadar gözden düşmüş üç değerdir bunlar. Lüks yıldızının üç köşesini oluştururlar                         

 

                               Ben lüksü, şu üç değerin –zaman, sessizlik ve enginlik- birbirini tamamladığı, birleştiği, kimi zaman üst üste bindiği bir yaşama sanatı olarak görürüm. Bu değerler aynı dili konuşurlar, onların birleşimi lüksü doğurur. Kafamda tamamlanmamış, bir o kadar yararlı bir düş gibi canlanan şey işte bu lükstür.

 

 

Kaynak : LÜKSE ÖVGÜ-Thiery Paquot-Can Yayınları 2010 Baskısı

*************************************************************************************************************



 


--
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "Gugukluhayat" group.
To unsubscribe from this group and stop receiving emails from it, send an email to gugukluhayat+unsubscribe@googlegroups.com.
To post to this group, send email to gugukluhayat@googlegroups.com.
Visit this group at http://groups.google.com/group/gugukluhayat.
For more options, visit https://groups.google.com/groups/opt_out.

0 Comments:

Post a Comment

Subscribe to Post Comments [Atom]

<< Home


Real Estate