(GugukluhayaT) 05-Sizin için yazdılar.....
- Mustafa Mutlu : Yine cami ve kışla meselesi!
- ONUR ÖYMEN : Devlet Terbiyesi
- Doğu Perinçek : Her Dönem Hedef İşçi Partisi
- Yakup Kepenek : Yeni Kuşak
- Mümtaz Soysal : Dershaneler ve Devlet
- Orhan Bursalı : Büyük Kapışmanın Anatomisi
- Mustafa Balbay : Yer Adlarında Yersizlik!
- Hasan Pulur : Öcalan'ın ilk sorgusu
- Erol Manisalı : Diyarbakır, Erbil ve Suriye
Mustafa Mutlu : Yine cami ve kışla meselesi!
Recep Tayyip Erdoğan, 1997 yılında Siirt'te bir şiir okumuştu:
Bu şiirdeki "Minareler süngü / kubbeler miğfer / camiler kışlamız / müminler asker" dizesi yüzünden dört ay hapiste yatmak zorunda kalmıştı.
Sonra da bu cezayı lehine kullanarak Başbakanlık koltuğuna kadar yükselmişti.
AKP Kilis Belediye Başkan Aday Adayı Yasin Topaloğlu, bu sözlerin siyaseten işe yaradığını görmüş olmalı ki Gaziantep'te uydu üzerinden ulusal yayın yapan Bahar TV'de bir programa katılmış ve bakın neler söylemiş:
"Çok yakın bir gelecekte Türk Genelkurmay Başkanı, Ankara'da, Hacı Bayram Camii'nde, sabah namazında, sair kuvvet komutanlarından tekmil alacak...
Çünkü bu coğrafya da sadece İslam'ın hizmetkarı olursanız var olursunuz.
Kanuni Sultan Süleyman'dan sonra en muktedir Türk yönetici Recep Tayyip Erdoğan'dır."
Yasin Topaloğlu inanırlılığını artırmak için de, "Beş yıl önce bu ülkede biri çıkıp da, 'Kamuda türban serbest olacak' deseydi ona da inanmazdınız.
Ama ben söylüyorum: Yakında Genelkurmay Başkanı camide tekmil alacak" demiş!
Demek ki neymiş?
Hacı Bayram Camii, yakın bir gelecekte Genelkurmay karargahı olacakmış...
İslam'ın hizmetkarı olmayanlar da bu ülkede var olamayacakmış!
Niyetleri bu işte; hedefleri bu!
AKP'li arkadaşların, Türkiye Cumhuriyeti'nin değiştirilemez niteliklerinden olan "laiklik" ilkesine bakışları bu!
Sakın, "Canım kendini bilmez bir yobaz saçmalamış işte" demeyin...
Önceki yıllarda "Saçmalıyorlar" diye geçiştirdiğimiz umursamadığımız şeyleri nasıl tek tek hayata geçirdiklerini unutmayın...
Eğer yargı devşirilmemiş olsaydı, bu sözler bile AKP için başlı başına bir "kapatma" gerekçesi olabilirdi.
Ancak göreceksiniz; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı hiçbir şey yapmayacak!
Yapmasın da zaten...
Bu zihniyettekilere yeni bir "mağduriyet edebiyatı" yapma fırsatı tanımasın...
***
Zaten ben Yargıtay'ın ne yapacağından çok, en küçük bir eleştiriye bile çok sert yanıt veren Genelkurmay Başkanı'nın bu sözler karşısında alacağı tavrı merak ediyorum.
İKİ MİLYON!
Önceki başbakanlardan Mesut Yılmaz'ın küçük oğlu Hasan Yılmaz, önceki gece Çırağan Sarayı'nın bahçesine kurulan ve 500 bin liraya mal olan dev bir çadırda düzenlenen düğünlü dünya evine girmiş...
Bin kişinin katıldığı ve sosyetenin tam kadro hazır bulunduğu düğün için yapılan masraf 2 milyon lirayı geçmiş.
Eski parayla 2 trilyon lira.
Bugünkü kurla, 985 bin dolar.
Ya da 730 bin euro.
İstanbul 'un iyi semtlerinden birinde, 130'ar metrekarelik altı daire parası!
***
Nazar etmeyin n'olur; kıskanmayın...
Tam tersine, "Ne zengin başbakanlar yetiştiriyoruz" diye kendinizle gurur duyun!
GÜNÜN SORUSU
CHP 'den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na aday adaylığını açıklaması beklenen Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, "Benim gönlüm önseçimden yana" demiş...
Sorum diğer aday adayı CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin'e:
Sarıgül'ün bu meydan okumasına ne diyorsunuz?
Yanıtınız, "Ben varım" ise, Kemal Kılıçdaroğlu'nu ön seçim için ikna etmenin size düştüğünün farkında mısınız?
Katillere yemek servisi!
Şırnak Belediyesi'ne ait araç 4 Kasım günü Toptepe Köyü yakınlarında uçuruma düşmüş:
İki belediye çalışanı ile iki "sivil" ölmüş...
Gazeteport'un haberine göre belediyeye ait o araç, meğer belediye yemekhanesinden PKK'nın Cudi'deki kamplarına sıcak yemek götürüyormuş!
Ölen "siviller" de araca klavuzluk yapan PKK militanlarıymış...
Daha da vahimi ölen PKK'lıların cesetlerini arkadaşları alıp götürmüş.
İki belediye çalışanının cesedi ise jandarma tarafından kaza yerinden alınıp skandalın üzeri örtülmüş.
Yine iddialara göre PKK'nın Cudi kamplarına belediyeden hemen hemen her gün sıcak karavana taşınıyormuş...
Geldiğimiz nokta işte bu:
Biz vergi ödüyoruz, o vergiler bazı belediyeler tarafından ülkeyi bölmek
için silaha sarılan teröristlerin gırtlağından "yemek" olarak geçiyor.
Bu skandal ortaya çıkmasın diye de devletin jandarması olayın üzerini örtüyor!
Peki; savcılar ne yapıyor?
Hiç!
Daha çok çalış sevgili vatandaş; daha çok vergi öde...
Öde ki evladına kurşun sıkan, binlercesini şehit eden katiller aç kalmasın!
GÜNÜN İSYANI!
"Kürdistan" sözcüğünü ilk kullanan Başbakan olarak tarihe geçen Recep Tayyip Erdoğan önceki gün Haziran Direnişi'nin sembol sloganı "Bu daha başlangıç"ı değiştirerek kullanmış ve "Bu sadece başlangıç" demiş...
İsyanım kendisine:
Seçim kampanyalarınızda "Her yer Taksim, her yer direniş"i de bir şekilde kullanmayı düşünüyor musunuz?
19 KASIM AYDINLIK
0000
ONUR ÖYMEN : Devlet Terbiyesi
Hükümetin olumlu bir kamuoyu algısı yaratma çabalarına rağmen Başbakanın Diyarbakır'da Barzani'le yaptığı görüşme bir çok bakımdan ciddi sakıncalar yaratacak niteliktedir.
Bir kere Başbakanın muhatabı bir yerel yönetim lideri değil, İrak Başbakanıdır.
Başka bir şehirde düzenlenen uluslararası toplantılar gibi istisnai durumlar dışında Başbakanın dış temaslarını yürüteceği yer Türkiye'nin veya ilgili ülkenin Başkentidir.
Barzani Türkiye'nin Başbakanı tarafından kabul edilmek istiyorsa kendisini Ankara'da ziyaret etmeliydi.
Suriye'deki durum gibi konular uluslararası ilişkiler kapsamına girer.
Bu gibi konuların yerel yönetim liderleriyle görüşülmesi de doğru değildir.
Türkiye'nin İrak'la arasındaki en önemli sorun PKK terör örgütünün Kuzey İrak'taki varlığına yıllardan beri müsamaha edilmesidir ve PKK'nın fiili denetimi altında Mahmur Kampında yaşayan 11,000 Türk vatandaşının durumdur.
BM Güvenlik Konseyinin kararları ve Irak Anayasası Irak Hükümetine topraklarında terörist faaliyetlere müsamaha etmeme yükümlülüğü getirmektedir.
Oysa Irak Hükümeti de Barzani de PKK'nın Irak topraklarını terketmesini sağlayamamış ve özellikle son yıllarda bu yolda hiç bir gayret göstermedikleri gibi Türkiye'nin müdahalesini de engelleyici bir tavır içine olmuşlar, hatta Türk milletini rencide edici beyanlarda bulunmuşlardır.
Başbakanın şimdiye kadar "Kuzey Irak Yerel Yönetimi" tabirini kullanırken şimdi "Kürdistan'dan"söz etmesi bu bölgenin adım adım bağımsız bir devlete dönüştürülmesi çabalarına Türkiye'nin de destek olabileceği, hiç değilse karşı çıkmayacağı izlenimi uyandırmıştır.
Barzani'nin Diyarbakır'a askeri üniformaya gelmesi dikkatlerden kaçmamıştır.
Bu kıyafet onun bağımsız bir silahlı kuvvetin komutanı olduğunun simgesinin göstergesidir.
Kendisinin daha önce Türkiye'ye bir çok defa sivil kıyafetle geldiği bilinmektedir.
Diyarbakır'daki görüşmeye katılan bir ses sanatçısının da askeri kıyafete benzer bir giysiyle geldiği de göze çarpmıştır.
Eğer basının yazdığı gibi Barzani'nin toplu nikah töreninde hediye vermek üzere üç bavul dolusu altını Türkiye'ye getirdiği doğruysa, bu da uluslararası alanda örneği pek görülmeyen ve yasalarımıza göre geçerliliği tartışmalı bir durum yaratmıştır.
Başbakanın "çözüm süreci" olarak adlandırdığı gelişme, bütün sakıncaları bir yana, Türkiye'nin bir iç meselesidir.
Böyle bir konuda Barzani'den destek istenmesi onu Türkiye'nin bir iç meselesine karışmaya davet etme anlamı taşır ve bu açıdan son derecede sakıncalıdır.
Bütün bunlardan daha vahimi Barzani'nin ziyaretinden birkaç gün önce Diyarbakır'daki Atatürk'ün "Ne mutlu Türküm Diyene" sözlerini içeren bir tabelanın kaldırılmalıdır.
Bunu Barzani'ye hoş görünmek için ulusal değerlerimizden vazgeçebileceğimiz şeklinde yorumlayan vatandaşlarımızın milli duyguları incitmiştir.
Ülkemizin milli bütünlüğünü zedelemek isteyenleri memnun etmeye çalışanlar Halkımızın ezici çoğunluğunun temel değerlerini feda etmek hakkına sahip değildirler.
Bu gelişmeler karşısında sessiz kalan muhalefet partileri de Hükümetin tarih karşısındaki sorumluluğunu paylaşmış olacaklardır.
0000
Doğu Perinçek : Her Dönem Hedef İşçi Partisi
Bu yazı Doğu Perinçek tarafından, Hasan Yalçın'ın Pisikolojik Savaş adlı kitabına 12 Mart 2006 tarihin de önsöz olarak yazılmıştır.
Anlamlıdır: Son 20 yılın medyasında, İşçi Partisi ve Doğu Perinçek dışında, "solcuyum" diyen örgüt ve liderleri hedef alan tek bir yazı bulamazsınız.
Emperyalizmin güdümündeki holding gazete ve dergilerini tarayınız, liboş, Fethullahçı, ırkçı köşe yazarlarını sabırla okuyunuz, İşçi Partisi dışındaki sosyalist sol örgütlere karşı tek satıra dahi rastlamayacaksınız.
Sanırsınız ki, bütün çamurlar, İşçi Partisine atmak için imal edilmiştir.
Çarpıcıdır: Süper NATO'nun Türkiye'de sosyalist sola karşı yürüttüğü psikolojik savaşta tek bir görev belirlenmiştir: İşçi Partisini yıpratmak !
Başka da bir hedef yoktur.
Vardır, iddiasında bulunan, tek bir sayfa yazı getirsin !
Arşivler ortadadır, diğer sol örgütlerin esamesi okunmaz, liderlerinin adı bile bilinmez.
Uyarıcıdır: Diğer bütün sol parti ve örgütler, en sonunda İşçi Partisini kuşatan unsurlar olarak değerlendirilir.
O kadar ki, ister bireysel terör yapsınlar, ister anarşist olsun, ister 'komünistlik' taslasınlar, en sonunda hepsi satranç tahtasında, emperyalist sistemin piyonları olarak yer alırlar.
ONLARA düşmanlık yapılmaz; onların okşanmasına özen gösterilir; hatta onların parlatılması, sistemin bulduğu çarelerden biridir.
onların düştüğü yolun çıkmaz olduğu bilinir.
solcu ve devrimci olacaksanız, sistem size o çıkmazlarda çırpınmayı bir kahramanlık olarak gösterir.
Sistem için bütün mesele, emperyalizmi hedef alan, milleti birleştiren, işçi ve köylü kitlelerini seferber etmeye yönelen, örgütlü ve akıllı bir mücadelenin gelişmesini önlemektir.
Kuşatılması, yıpratılması, bölünmesi gereken solculuğun adresi, bu nedenle hep İşçi Partisi'dir.
Emperyalist ve gerici merkezler, ÖDP, EMEP, TKP, SDP ve sözüm ona yasadışı görüntülü örgütlerin hepsini İşçi Partisi'ne karşı dolaylı müttefik olarak görmektedirler.
Süper NATO'nun güdümündeki medya, yalnız Türkiye'de değil, dünyanın her yanında, Türkiye solu denince, yalnız İşçi Partisi'ni ve önderini hedef almaktadır.
ABD, Avrupa ve diğer ülkelerin yayınlarına bakınız, arama motorlarından giriniz, hep aynı gerçekle karşılaşacaksınız.
İstisnalar kaideyi bozmaz denir; ancak bu gerçeğin istisnasını bulamayacaksınız.
Psikolojik savaşın kaidesi, o kadar muhkem kaidedir.
Disiplini o kadar sağlam disiplindir.
Süper NATO'nun psikolojik savaş merkezi, mızrağın ucunu İşçi Partisi'ne ve Doğu PERİNÇEK'e yönelten politikasını, daha Marmara Brifingi'nde belirlemiştir.
Marmara Brifingi, 12 Mart döneminde, 3 Kasım 1972 günü Ankara'da Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'dir.
Toplantıya zamanın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay dahil, devlet ricali katılmıştır.
Org.Turgut Sunalp'in komutanlığındaki brifing ekibi, devlet büyüklerine gizli bir rapor sunmuştur.
Bu raporun "Türkiye'de Aşırı Sol Akımlar ve Anarşinin Oluşumu" başlığını taşıyan 1.bölümünde, "Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi" hakkında şu değerlendirme yapılmaktadır:
"Milli Demokratik Devrim stratejisini benimsemiş olmasına rağmen, diğer örgütlerin aksine, terörcü, kendiliğindenci ve aceleci eylemlerden kaçınarak, uzun devrede faaliyet gösteren bu örgüt, aynı zamanda militanı en çok, teşkilatı en yaygın olanıdır.(...)"
Aşırı sol cephenin genç teorisyenlerinin en azılısı, en teşkilatçısı olan Doğu PERİNÇEK'tir.
İşçi-Köylü-Gençlik kesimlerinin PDA kültürü doğrultusunda bilinçlenmesini hedef olarak seçmişlerdir.
Bu gayretlerin sonunda kendilerine sempati duyan bir kitle yaratmaya da muvaffak olmuşlardır"
Süper NATO'nun 34 yıl önceki saptaması budur.
1980'e kadar İşçi Partisi dışındaki sol örgütler, Süper NATO tarafından çeşitli yollarla denetim altına alınmış ve dolaylı müttefik haline getirilmişlerdir.
Denetim altına alınamayan tek örgüt, Türkiye İşçi Köylü Partisi'dir; bugünkü adıyla İŞÇİ PARTİSİ'dir.
Süper NATO bağlantılı, milli olmayan bütün strateji ve planlarda saptanan budur.
O nedenle psikolojik savaşın soldaki tek hedefi İŞÇİ PARTİSİ olarak belirlenmiştir.
Son 20-25 yılın bütün karargah sözcüleri; Hiram Abas'la, Mehmet Eymür'ler hep bu saptamayı dillendirdiler.
CIA ile ilişkileri artık ayyuka çıkan MİT Daire Başkanlarından Mehmet Eymür, PERİNÇEK karşıtlığının uzmanı haline gelmiştir.
Fethullah Hoca'nın Zaman gazetesi, PERİNÇEK'e karşı psikolojik savaş arşivi haline gelmiştir.
Hürriyet gazetesinde Hadi Uluengin'e, PERİNÇEK düşmanı yazıları nedeniyle maaş verildiğini bizzat Hürriyet gazetesi yazarları saptamaktadır.
Dönekler, İşçi Partisi ve Doğu Perinçek'e karşı yalan kitabı yazmak için Teşkilat'ın kapısında sıraya girdiler.
Bir cilt yazana, Datça'da bahçeli bir ev veriyorlar.
Devrimci hayatlarında "haber değeri" olmayanlar, dönek olup, Doğu Perinçek hakkında "hatıralar" yazınca, manşetlere yükseltiliyorlar.
Bizim partimizde dalkavuk olmasına izin verilmeyenler, psikolojik savaş merkezlerinin yıldızı olmuşlardır.
İşçi Partisi ve Doğu Perinçek'e yönelen psikolojik savaş malzemeleri, toplam yüz klasöre yakın bir hacme ulaşmış bulunuyor.
O yayınlara baktığım zaman, ne Partimi tanıyabiliyorum, ne arkadaşlarımı ve ne de kendimi.
İşte psikolojik savaş budur ve teorisini yapanlar da aynen böyle tanımlamışlardır.
Partimizin ve Aydınlıkçıların geçmişlerine niçin bu kadar önem verilmektedir ?
Aydınlıkçıların tarihi, psikolojik savaş merkezlerinde niçin en önemli araştırma konusudur ?
Niçin en büyük yalanlar, Partimize karşı üretilmektedir ?
Niçin böylesine çaplı bir uydurmacılık aygıtı kurmuşlardır ?
İşçi Partisi'ne ve önderlerine bunca saldırı, sisteme ne kazandırıyor ?
İşte bizim gücümüz, bu soruların cevabındadır.
Bizim etkimizin büyüklüğü, psikolojik savaşın boyutlarıyla ölçülebilir.
İşçi Partisinin Türkiye'de emperyalizme karşı biricik seçenek olduğu, bu büyük gerçekte yatar.
O nedenle bize karşı, psikolojik savaşın azaldığını görmek, bizi kahreder.
İşte o zaman kendimizi sorgularız; hatamızı bulmaya çalışırız.
Oysa bizim saflarımızda bu psikolojik savaştan yakınanlar vardır.
Emperyalizmin elindeki medyanın büyüklüğüne sık sık gönderme yaparlar.
Ben hep bu arkadaşlara, Kurtuluş Savaşı örneğini anlatırım.
İstanbul'da Mustafa Kemal Paşa'ya küfreden, Kurtuluş Savaşı'mızın bozguna uğradığına, hatta Mustafa Kemal Paşa'nın esir edildiğine dair her gün yalan haberler yayınlayan kaç gazete vardı ?
Sayısını ben bilmiyorum.
Ama güya büyüktüler; alımlıydılar; çalımlıydılar; baskıları çoktu.
Arkalarını emperyalist büyük devletlere dayamışlardı.
Mustafa Kemal Paşa'nın ise, Ankara'da elinde bir tek kırık pedallı 'Hakimiyeti Milliye' vardı.
Diyelim ki kuvvet dengesi 40 yalana karşı 1 gerçekti.
40, her zaman 1'den büyük değildir.
Tek gerçek, kırk yalanı her zaman yenmiştir.
Erzurum'dan, Kars'tan atılan Antep, Urfa ve Adana'dan sürülen, İzmir'den denize dökülen yalan, 21.yüzyıl'da boyanıp, yeniden gerçek haline getirilebilecek midir?
Bu soruya cevap verip, psikolojik savaş elemanlarının moralini bozmayalım.
Onlar da belki insandır.
İşçi Partisi, neredeyse 40 yıldır Süper NATO'nun psikolojik savaıyla boğuşmaktadır.
Boğuşa boğuşa zırhlandık.
Partimizde, psikolojik savaşa karşı bir uzmanlık birikimi oluştu.
Ve psikolojik savaşa karşı koyma ustaları yetişti.
Bu ustaların ustası Hasan YALÇIN'dır.
Üniversite gençliğinin önderi, halk kitlelerinin örgütleyicisi, teorisyen, parti önderi, parti okullarında öğretmen, hapisanedeki devrimci, Kontrgerilla merkezlerinde sorgulanan partizan olarak Hasan Yalçın, büyük tecrübeler kazandı.
Elde edilen birikimin, psikolojik savaşa karşı mücadele cephesinde kuşkusuz özel bir yeri vardır.
Kıvrak zekasıyla, derin bilgisiyle, mücadele azmiyle, dürüstlük ve ahlakıyla, her şeyden önce halka ve partiye bağlılığıyla, toplam olarak önderlik yetenekleriyle Hasan Yalçın, psikolojik savaşa karşı mücadelenin baş ustasıdır.
İşte bu kitap, o baş ustanın birikimini yansıtmaktadır.
Yalanla nasıl mücadele edilir ?
Sınıflı toplumun, ikiyüzlülük ve uydurmacılık tarihinin büyük sorunlarından biri de budur.
Yalan'ın, psikolojik savaş uzmanlarına göre, binlerce seçeneği vardır.
Onlara göre, yalanın seçeneği yine yalandır.
O yalan yerine, bu yalan konabilir"Devrimciye göre, yalanın tek seçeneği bulunmaktadır: doğru "!
Aydınlıkçılara "Doğrucu Davut" denmesinin bir nedeni de budur.
Hasan Yalçın, bu kitapta, psikolojik savaşa, ancak doğru bilgiyle karşı konacağını ispatlamaktadır.
Türkiye'mizde ne yazık ki yalan o derece geçerli olmuştur ki, doğruyu savunmak da sorgulanır.
Aydınlıkçıların en çok karşılaştıkları sorulardan biri budur: "Bilgilerinizi nereden alıyorsunuz ?
Oysa bilgi, dünyayı değiştirmek için gereklidir ve aynı zamanda yalanla mücadelenin biricik silahıdır"Hayatta en hakiki yol gösterici", bu nedenle "bilim' dir.
Psikolojik savaşta uzmanlık, bilimsel bir uzmanlık değil, bir tür sihirbazlıktır; üçkağıtçılıktır; aldatma yeteneğinin geliştirilmesiyle elde edilir.
Psikolojik savaşa karşı uzmanlık ise, bilimle olur.
O da yetmez, cesaret de gerekir.
Gerçeği savunmak, her zaman, ama özellikle tarihin sıçrama dönemlerinde, cesaret ister.
Psikolojik savaşa karşı mücadele, o nedenle aynı zamanda bir cesaret işidir.
Bu kitapta Hasan Yalçın'ın derin bilgi birikimini ve gücünü halka ve devrime bağlılıktan alan cesaretini göreceksiniz.
Bir eğitim kitabı sunuyoruz, Türkiye aydınına ve devrimcisine.
Birden aklıma şu soru geldi: Süper NATO'nun psikolojik savaş uzmanları da, bu kitaptan yararlanırlar mı ?
Orasını tam bilemem, ama Hasan Yalçın'ın önünde eğilmekten başka yapabilecekleri bir marifetleri yoktur.
Namık Kemal,
"Felek bütün cefasın toplasın gelsin
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten"
demişti.
Psikolojik savaş merkezi bilmektedir ki, böyle bir gelenekle çarpışmaktadır.
Bütün yalanlarını toplasın gelsinler, cümle fesat ve fitnelerini üretsinler, hafif kalır !
Çünkü, yalan ve fesatla doğruyu değiştirme başarısına ulaşmış tek bir örnek bulunmamaktadır.
0000
Yakup Kepenek : Yeni Kuşak
Toplum, aylardır, daha fazla özgürlük isteyenlerle bunu istemeyen, giderek, var olan özgürlükleri bile daraltmak isteyen iktidar sahiplerinin çatışmasına tanıklık ediyor.
Gezi'den yurdun her tarafına yayılan, özellikle de ODTÜ'ye uzanan özgürlük özleminin öncüleri, öyle görülüyor ki, gelmekte olan bir yeni kuşağın ilk habercileridir.
Yeni kuşağın filizlenmesinde hiç kuşkusuz geçmiş yılların çok görkemli özverili birikimi var.
Bu toplumda, daha fazla özgürlük, eşitlik ve emeğin hakları için geçmişten günümüze uğraş veren binlerce insan yaşamını yitirdi, işkence gördü, hapis yattı, işinden kovuldu, sürgün edildi.
O savaşımların doğal sonucudur yeni kuşaklarla ulaşılan bu aşama.
Bu yazıda yeni kuşağın çekirdeğindeki itici güç noktalarından birinin, aynı amaç için çalışan diğer dernek, vakıf ve girişimlerin katkılarına haksızlık etmeden, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği'nin - YKKED son zamanlardaki çalışmalarını kısaca özetlemek istiyorum.
***
Bilindiği gibi Köy Enstitüleri, Cumhuriyetin kurulmasından sonra daha ileri bir aşamaya taşınmak istenen toplumun bir bütün olarak çağdaşlaşması uğraşısını simgeleyen eğitim kurumlarıdır.
Köy Enstitüleri meyvelerini yeni kuşaklarla vermeyi sürdürüyor.
Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr.Kemal Kocabaş'ın başkanlığını yaptığı, onun yönetim ve çalışma arkadaşlarının çabalarıyla YKKED'nin öncülük ettiği araştırmalar, düzenlediği etkinlikler ve yaptığı yayınlarla, Köy Enstitüleri düşüncesini, yani Cumhuriyet aydınlanmasının eğitimdeki ışığını tüm topluma yaymaya çalışıyor.
Derneğin yayımladığı kitap sayısı 32'ye; ülke düzeyine yayılmış olan şube sayısı 21'e ulaşıyor.
Mersin Şubesi'nin Başkanı Serdar Erkan ve çalışma arkadaşları, 15-17 Kasım tarihlerinde 3.Akdeniz Buluşması adıyla bir Eğitim ve Kültür Çalıştayı'nda "Çağdaş Eğitimin Neresindeyiz, Sorunlar ve Çözüm Önerileri; Köy Enstitüleri Deneyimi ve Yerel Yönetimler; Enstitülerde Sanat Eğitimi ve Sinema Sanatı ve Köy Enstitüleri Neleri Başardı?" konuları geniş bir katılımla ele alındı ve tartışıldı.
Derneğin, Konak Belediye Başkanı Dr.
Hakan Tartan ve çalışma arkadaşlarının da katkılarıyla 26 Ekim'de düzenlediği 90.Yılında Cumhuriyet'i Yeniden Anlamak konulu toplantıda da "Tüm Boyutlarıyla Cumhuriyetin İlk On Yılı, Cumhuriyet Demokrasi Hukuk ve Küreselleşme, Cumhuriyet, Kadın, Eğitim ve Kültür" alt başlıkları konuşuldu.
Bu iki örneğin kanıtladığı gibi YKKED, yalnız sorunları değil, çözüm önerilerini de sergiliyor; çağdaş eğitimle birlikte günümüzün iktidarınca önemsizleştirilmek istenen sanatsal yaratıcılık sürekli vurgulanıyor.
Dernek, bu yılın Necati Cumalı Öğretmenlik Onur Ödülü'nü 24 Kasım'da Atanamayan Öğretmenlere veriyor.
Binlerce öğretmen açığı bulunmasına karşın atamaları yapılmayan, bu nedenle bunalıma giren, kimileri intihar eden, binlerce öğretmen için bu ödülün anlamı kuşkusuz büyüktür.
Köy Enstitülerinde imece, iş ve emek süreçlerinin önemli bir özelliğidir.
Derneğin, üç aylık eğitim, bilim, sanat ve kültür dergisi Yeniden İmece 39.sayıya ulaşmış bulunuyor.
Çok önemli bir girişim daha var.
YKKED, Çağdaş Eğitim konulu çok kapsamlı bir araştırmayı başlatıyor.
Okul öncesinden başlayarak üniversite sonrası ve yaşam boyu eğitime uzanan tüm aşamaların kuram ve uygulama yönleri ve yerel, ulusal ve küresel boyutlarıyla bir bütünlük içinde ve katılımcı bir yaklaşımla ele alınması amaçlanıyor.
*Ayrıntılar www.ykked.org.tr adresinde bulunabilir.
0000
Mümtaz Soysal : Dershaneler ve Devlet
İki alan var ki onları ticarete dönüştürme düşüncesine bu köşede pek sıcak bakılmadığı hep bilinir: Sağlık ve eğitim.
Ticaret sözcüğü fazla geniş ve belirsiz geliyorsa "para kazanma hırsı" da diyebilirsiniz, çünkü her iki alan da yaşamsal ve önemli, hatta biraz kutsaldır, hırs kutsallığı bozabilir.
Son günlerin büyük tartışma konusu "dershaneler" olduğuna göre, güncellik adına isterseniz onu ele alalım, tam da kapatılmaları konuşulurken.
Dershane açmanın, yani okullara yardımcı olmanın, öğrencileri ya da mesleklere girme yarışına katılacak olanları sınavlara hazırlamanın bir eğitim işlevi sayıldığı kesin.
Elbet o işlevi yerine getirenlerin bu emek karşılığında para almaları da doğal.
Hatta para kazanılacak başka bin türlü yol varken bunu seçmiş olmaları takdir de edilebilir.
Ancak, geçimini sağlamak için para kazanmak zorunluysa ve bu zorunluluk insanın gözünü karartan ve o uğurda her şeyi yapabilecek duruma sokan bir hırsa dönüşmüşse insanlar hiç yararı olmayan durumlara bile razı olabilirler.
Emekli bir öğretmen dershane sahibi olmuş ve lisede ders veren genç arkadaşı da iyi lise mezunları yetiştirme amacını bir yana bırakıp sadece üniversite giriş sınavlarında kullanılan teknikleri öğretmekle yetinmeye bırakılmış olabilirler.
Oysa ailelerin bu tarz saçmalıklar için paralar akıtması durdurulmalı ve dershaneler kamulaştırılarak binalar ve kaynaklar ortaöğretimin iyileştirilmesi yönünde kullanılmalıdır.
Ortaöğretim düzeyinin yükselmesi, yükseköğretimi düzeltmenin de temel koşullarından biridir.
Bozulan düzenlerde hep olduğu gibi ulusal eğitim düzeninin geliştirilmesi de o düzenin bir bütün olarak ele alınıp yeniden sistemleştirilmesiyle başarılabilir.
Dolayısıyla, ilkokulun ardından ortaokuldan sonra sağlam bir lise öğretimiyle üniversitelere ve yüksek meslek okullarına aday yetişten yeni bir sisteme geçmekten başka çare yoktur.
Öyle bir düzenin basamaklarında yükselmenin kuralları da o düzeni kuracak olanlarca belirlenmelidir.
Eğitimde tutarlılıktan vazgeçilemez.
0000
Orhan Bursalı : Büyük Kapışmanın Anatomisi
Başbakan – F.Gülen çatışması, bu köşeyi izleyenler bilir, benim açımdan bir yıl önce yazılmış, yorumlanmış, analizleri yapılmış ve bitirilmiş bir konuydu!
Dershane, bu çatışmanın sadece geçmiş analizleri tamamen doğrulayan boyutu!
(Kendime minik bir pay çıkarmamı hoş görün!) Bugün yazanlar diyorlardı ki, bizimkiler dahil, "öyle bir çatışma yok, küçük anlaşmazlıklar olabilir, ama etle tırnak gibi iç içe geçmiş bir iktidar var karşımızda.." falan filan..
Şu kadar diyeyim: Siyasi analiz, bilimsel bir yöntem, bakış gerektirir!
Anlaşmazlığın ve kıran kırana savaşın geldiği boyuta bakın..
Fethullah Gülen peş peşe veryansın ediyor: "Bize cennetin kapısını kapatmak bile isterler, Firavun sizin karşınızdaysa doğru yoldasınız", "Öyle rahatsızlıklardır ki tımarhanelerde bile tedavisi kabil değildir".
Zaman gazetesi dershaneler konusunu cennet cehennem açısından da ele alan başlıklara sarılmış..
Gülüyorum..
***
O dedi, bu dedi..
Hoş da, bunlar tuzu biberi..
Aslına dönelim olayın..
Temel ve can alıcı soru şudur:
Birbirlerine destek verip iktidarda olmanın nimetlerini paylaşacaklarına, neden anlaşamayıp her ikisinin zararına olacak bir pozisyon aldılar?
Bazı yazarlar, buna benzer soruları "yahu her ikiniz de kaybediyorsunuz, aptal mısınız?" anlamına gelecek tarz ve içerikte soruyorlar..
Yukarıdaki sorunun yanıtına kısa kısa girelim:
***
1) F.Gülen hareketi ve AKP, iki farklı gövdedir.
AKP, 12 yıl kadar önce klasik bir parti olarak kuruldu.
Gülen hareketini bazıları hâlâ "hizmet hareketi" sansa da, özünde siyasi bir harekettir ve 1970'lerden beri örgütlene örgütlene bugünkü düzeyine ulaştı...
Birbirlerinin içinde eriyip yokolacak bir durum yok!..
2) Her ikisinin de, din olgusunu kullanmasına bakılarak, aynı "hedef ve amaç" taşıdığı sanılıyor!
Siyasi İslam'ın ne olduğunu anlamak için İslam dünyasına bakın!
3) AKP siyasi parti olarak ve kendisine bir muhafazakâr demokrat giysisi uydurarak, dini kullanan bir resmi parti!
İkincisi ise, örgütlenmesini tamamen din temelinde, yarı gizli- yarı açık, geniş hücre tipinde, gençlere burs dershane, yurt, okul yardımlarıyla ve dini ideolojik kazanmayla gerçekleştirdi.
4) Şüphesiz AKP iktidara gelerek tüm devlet aygıtını ve bunun dışında tüm ticari sosyal hayatı denetleyerek ve yöneterek, amacına doğru ilerliyor.
5) Gülen hareketi de devlette örgütlenmeyi (polis, idari yönetim, ordu, şüphesiz ki bakanlıklar vb.
) başından beri hedef koydu.
Peki neden devlet?!
***
6) Çünkü devlet en büyük güçtür!
Bütün ekonomik hayat bile oraya bağlı!
Eğitim, valilikler..
Toplumun kılcal damarlarına kadar girmediği yer-delik yoktur..
Polis, istihbarat güç demektir.
Yargı/hukuk en büyük güçlerden biridir..
Bunları yönlendirmeyi becermeye başladığınızda, önemli bir iktidar odağısınız!
Kontrol ettiğiniz devlet aygıtını, dikine ve yatay gelişmeniz için kullanırsınız..
Hem de nemasını yersiniz.
7) Toplumu etkilemek, güdülemek için medya örgütlenmesine büyük paralar harcıyor her iki taraf..
Bugün cemaat ile AKP/Erdoğan medyasının alabildiğine ve birbirini yok edercesine bir kapışmasını izliyorsunuz.
Bu gazetelere televizyonlara kalemlere bu kadar para boşuna mı akıtıldı..
Şimdi cephelerden savaş zamanı!
Birileri bunu gazetecilik sanıyor.
Uzan'ın gazeteciliğidir bu!
Her iki tarafın medyası, aslında, kendi dışındakilere gerektiğinde doğrulttukları bir makineli tüfek!
Bazen bir balistik top!
Veya İnsansız Hava Aracı!
***
8) 2003, iktidar ittifakı idi.
AKP bütün cemaatlerin desteğini almıştı!
Tabii bunlar arasında siyasi hedefi, hacmi, büyüklüğü bakımından en önemlisi Gülencilerdi..
9) Neden parçalandılar, sorusuna gelelim: Çünkü her ikisi de iktadara tırmanmanın doruklarına dayandılar..
Dorukta iki büyük güç, iki büyük odak, iki büyük hırs oturamaz.
Çatışma, işte doruğa ulaşılınca başladı..
Orada birbirlerini gördüler, RTE baktı ki Gülen yanında aynı koltukta oturuyor!
10) RTE bir şeyi geç gördü: Kendisi iktidarda ama devletin en önemli aygıtı, polis, isitihbarat, yargı cemaatin denetiminde!
Yani RTE, kuşatılmış durumda..
Bunu 2012 MİT darbesinden önce gördü!
MİT darbesi ise, Gülencilerin Erdoğan'ı devirme operasyonu idi.
RTE'nin yanıtı hemen geldi..
Polisteki istihbarattaki örgütlenmelerini dağıttı, Gülencilerin denetimindeki özel mahkemeleri kapattı ve kendi terör mahkemelerini kurdu..
Fidan'ı verseydi, hemen arkasından kendini de vermiş olacaktı.
11) Ne dedik?
Tek başbakanlık, tek egemenlik koltuğu var ve bunu tek kişi doldurur!..
RTE, koltuğuna oturmakta olan müttefikini aşağıya iteleyiverdi..
Allahaşkına bundan daha doğal ne olabilir?
Tersi olsaydı, RTE aşağı itiliverilecekti..
12) Bitmedi, dahası var ve dershanelere döneceğim..
Ve bir de cemaatçilerin "demokrasi" havariliğine ve soracağım..
0000
Mustafa Balbay : Yer Adlarında Yersizlik!
Türkiye'nin kültürel zenginliğinin en önemli unsurlarından olan yer adları, siyasi pazarlıklar masasının kozlarından biri haline getirildi
Yazının bulunuşundan bu yana 42 uygarlığa beşiklik etmiş Anadolu'da kurulan yerleşim yerlerine verilen adlar, bugün güncel olarak tartışılandan çok daha öte anlamlar ifade ediyor.
Toprak bir yana sadece bu adlar üzerinde yapılacak bir arkeolojik kazı üst üste binmiş kültür katmanlarından şaşırtıcı kesitler verebilir.
İktidar bunu yapmak yerine yerel halkın isteği, hükümetin arzusu, Meclis'in onayıyla, demokratikleşme adımı olarak eski adları yenileyecek.
Daha doğru anlatımla yeni adları eskisiyle değiştirecek.
***
Acaba bu eski adlar ne kadar eski?
100 yıl mı, 500 yıl mı, bin yıl mı, yoksa daha mı eski?
Şu ara elimdeki kitaplardan biri Prof.Dr.Bilge Umar'ın "Türkiye'deki Tarihsel Adlar" çalışması.
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de hocamız olan, öğrencilere ufuk açıcı bir öğrenme heyecanı aşılayan Prof.
Umar kitapta Türkiye'deki 5 bin yerleşim yeri adının kökenlerini araştırmış.
Zaman içinde uğradıkları değişimleri ortaya çıkarmış.
Prof.
Umar'a göre Türkiye'de bugünkü Türkçenin yanı sıra, Hitit, Asur, Luwi, Urartu, Ugarit, Hellen, Rum, Ermeni, Kürt, Arap, İran, Selçuklu dillerinden binlerce yer adı var.
En eski ve yaygın yer adı Luwi dilinden.
Prof.Umar, konuyla ilgili tarihçilerin dışında bu dili fazla kişinin bilmediğini vurgularken Anadolu araştırmaları derinleştikçe Luwi sözcüğünün de yaygınlaşacağına dikkat çekiyor.
Batı Anadolu'da Yunanca, Doğu Anadolu'da Kürtçe olduğu sanılan yer adlarının çoğu Hititler döneminde Anadolu'da yaşamış olan Luwiler'den kalma.
Pek çok yer adı Türkçeye uyarlanırken de sadece ses uyumuna bakılarak uydurulmuş.
Örneğin Roma İmparatoru Heraclius'tan adını alan pek çok yerleşim yeri ve doğal alan adı var.
Bunlardan biri olan Marmara Ereğlisi'nin doğusundaki Herakleia Burnu'nun adı Erikli Burnu olmuş.
Samsun'dan Konya'ya pek çok büyük ilimizin adı ise Roma, eski Yunan döneminden daha geriye Hititler dönemine kadar gidiyor
Prof.Umar'a göre son olarak törenle yerine konan "Tillo" adının kökeni Süryani dilinde "Tepe" anlamına gelen "Til"den gelmiş, Kürtçe ağzına çevrilmiş olabilir.
Çünkü bu adın saptanmış bir anlamı yok.
***
Vurgulamak istediğimiz o ki; binlerce yıldır göç almış, göç vermiş, göçlerin geçiş yolu olmuş Anadolu'daki yer adları Türkiye'deki kültürel zenginliğin kapağı.
Biz bu kapağı açıp içinde ne var diye bakmadan adını pazarlık konusu yapıyoruz.
Örneğin Yunus Emre Divanı'nı alıp üstüne basit bir cilt kapağı takıp, "Dadaloğlu'ndan Seçmeler" yazsanız uygun düşer mi?
Diyelim ki tarihte bu tür mantık dışı uygulamalar olmuş.
Bunları düzeltmek için tarihe saygı içinde çalışma yapmak yerine partiler arası pazarlıkla isim değiştirseniz komik duruma düşmez misiniz?
Anadolu'nun bütün kültürleri onu üreten insanların yurt sevgisiyle büyümüş, kardeş olmuş.
İç içe girmiş.
Bugün akıllıca olan; birini ötekinden ayırma yarışına girmek değil, tümünün yaşamasını, Anadolu'nun daha da zenginleşmesini sağlamak.
0000
Hasan Pulur : Öcalan'ın ilk sorgusu
Vallahi, biz utanıyoruz, "İnsanın yüzüne bu kadar vurulmaz" diye...
Biz, "Terörle bir yere varılmaz" diyenlere "Hayır, varılır, yanlış politika izliyorsunuz" diyorduk.
Dediğimiz bir yana "Sen de onlardan mısın?" diyenler çıkıyordu.
Bizim başından beri savunduğumuz şey şuydu:
"Yanlış yapıyorsunuz, baştan beri hep yanlış yaptınız, 'Kürt yoktur' deyip çıktınız!
Yok karda yürürken kart kurt edermiş de gibi palavralara inandınız.
Oysa diliyle, sesiyle, yazısıyla, müziğiyle insanlar var"
***
İşte bizim böyle dediğimiz günlerde, Amerikalıların teslim ettiği Abdullah Öcalan'a takılacak "kara sıfat" bulamıyorduk.
"Bebek Katili"nden "Terörist Başı"na kadar.
Şimdi ne oldu?
Devlet ziyaretgâhı oldu.
Şimdi de yabancı gözlemciler sırada.
***
Geçen pazar günü Namık Durukan'ın haberi vardı:
"İmralı'da BDP heyeti ile terör hükümlüsü Abdullah Öcalan arasında yapılan görüşmelerden çarpıcı bilgiler çıktı.
Milliyet gazetesinden Namık Durukan'ın haberine göre, hükümet, çözüm sürecinin ilerlemesini sağlamak için yeni adımlar atacak.
Öcalan ile devlet heyeti arasına yapılan görüşmede, karara bağlanan konular yaşama geçirilecek.
Bu kapsamda, Öcalan'ın avukatları ile yeniden görüşmesi, uluslararası gözlemci gruplarının çözüm sürecine dahil edilmesi sağlanacak.
Gazeteciler, sivil toplum örgütleri temsilcileri ve akil insanlar heyetlerinin Öcalan'la görüşmesine de olanak sağlanabilecek"
Gazeteciler toplu halde ziyarete götürülecek, 'Kim gidecek?' yarışını önlemek için düzenleme yapılacak"
***
Oysa, Öcalan'ın İmralı'daki ilk sorgusuna kulak verseydik, bugün başka bir yerde olabilir miydik?
İmralı, idam cezası olmadığı için müebbede mahkum edilen "Öcalan" mahkemesinin savcısı Talat Şalk, ilk sorgusunda şöyle dediğini yazar:
"Benim programlarımın da başlangıçta hayali olduğunu anladım.
PKK programının politik ve siyasi değerinin olmadığını anladım.
Kavram olarak Kürdistan ibaresi kullandım.
Coğrafi olarak ele aldım.
Kürt devleti kurmak mümkün olmayacağı gibi gerekli de değildir.
Mevcut Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde demokratik ortam içerisinde her şeyin gerçekleşmesi mümkündür"
"Başlangıçta bağımsız bir Kürdistan kurmak gibi bir kavramımız vardı.
Bu da doğrudur.
Ancak değişen süreç içerisinde müstakil bir Kürt devleti kurmak değil de Kürtlerin de cumhuriyetin kuruluşunda rol almış bir halk olarak özgür olduğu bir ortam içinde birleştirilmesi sonucuna vardım.."
Acaba o gün Öcalan'ın söylediklerini dikkate alsaydık?..
Sonra hayıflanır mıydık?
0000
Erol Manisalı : Diyarbakır, Erbil ve Suriye
2005 yılının yaz sonunda, Attilâ İlhan'ın vefatından kısa bir süre önce tam da Gezi Pastanesi'nde (Taksim) Yıldız Sertel, Attilâ İlhan ve bendeniz çaylarımızı yudumlayarak sohbet ediyorduk:
- Türkiye Türk-Kürt ayrışması tuzağına düşürülmek isteniyor; bu nasıl önlenecek?
- Öte yandan laikşeriatçı çatışması ortamına çekiliyor; bu antidemokratik dürtüklemeleri önlemenin yolu var mı?
- Ayrıca Alevi-Sünni farklılaştırılması körüklenmek isteniyor"Ötekileştirmelerin" önüne nasıl geçilecek?
Üçümüz de bütünleştiricilikten yanaydık.
Yöntemler konusunda aramızda bazı farklar bulunsa bile işin özünde yakın bir çizgide duruyorduk.
Zaten yazdığımız kitap ve makalelerimizde görüşlerimiz açık bir biçimde ortaya çıkıyordu.
8 yıl önceki bu tartışmamızda oldukça kötümser bir tablo çıkıyordu.
Ve korktuklarımız büyük ölçüde Türkiye'nin başına geldi; demokratik uzlaşı yerine Türk-Kürt ayrışması derinleştirildi; laik-şeriatçı cepheleşmesi ile kutuplaşma yaygınlaştırıldı.
Müslümanlık içindeki mezhepler yapay bir biçimde tahrik edilerek Irak, Mısır, Tunus, Libya ve Suriye'de olduğu gibi toplumlar silkelenerek çözümsüzlükler içinde sürüklenmeye başladılar.
Irkçılık ve mezhepçilik çatışmaları bölge ülkeleri için ateşli silahlardan daha tehlikeli araçlardır.
Son 10 yıl içinde Afganistan'dan Irak'a, Sudan'dan Libya'ya kadar kaç milyon insanın öldüğü ve sakat kaldığının hesabı bile yapılamıyor.
Sorunun temelinde şu yatıyor:
- Yönetimi elinde tutanlar bu sonuçların çıkacağını bile bile uygulamalarını sürdürüyorlar.
- Öncelik iktidarda kalmak olunca sorunlar çözülemiyor.
- Ve bölge ülkeleri giderek demokrasi umutlarını kaybediyorlar.
- İnsanlık dışı bir yaşam tarzı ortaya çıkıyor.
Soğuk savaş döneminden farklı
Soğuk savaş döneminde küresel çıkar çatışmaları daha çok komünizm ile kapitalizm (piyasa özgürlüğü) üzerine oturtuluyordu.
Araç olarak "ideolojik öğeler" öne çıkıyordu.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra bölgedeki oyunların ağırlığı ırkçılığa ve mezhepçiliğe kaydı.
- 1990'lar ve 2000'lerde ABD ve Avrupa Sünnilere yakın dururken Rusya ve Çin, İran ve bölgedeki Şiilere Irak ve Suriye'de olduğu gibi destek verdiler.
- Batı, Kürtlere daha yakın durdu.
Yılmaz Özdil Kasım 2013'te Hürriyet'teki yazısında Diyarbakır'ı ziyaret eden diplomatları sıralıyor; bir Hintli hariç gelen 20 ülkenin hepsi Batılı.
Hesaplar aynı ama günün koşullarına göre yöntemler değişiyor.
Ve Erdoğan Diyarbakır'da
Erdoğan'ın Diyarbakır ziyaretini, Batı'nın yoğun Diyarbakır ilgisi çerçevesinde değerlendirmek gerekir.
Yoksa sorunu, Erbil- Kandil-İmralı arasındaki çekişme olarak sunmak stratejik açıdan doğru olmaz.
Kürdistan meselesi, Rusya'nın, Çin'in ve İran'ın bölgede dengelenmesi (ve engellenmesi) açısından büyük bir öneme sahiptir.
Tabii İsrail'i de Batı'ya dahil etmek gerekir.
1990 sonrasında ırkçılığın öne çıkarılmasının ardında, Kürdistan konusu etkili olmuştur.
Erdoğan'ın Diyarbakır'da Barzani ile buluşması bu süreçte önemli köşe taşlarından biridir.
Yerel (ulusal) ve küresel kamuoyunun oluşturulması (ve alıştırılması) yönünden de Batı'nın desteklediği bir durumdur.
İşler, 1990 sonrasında öngörüldüğü gibi adım adım yürümektedir.
Aynen Mehter yürüyüşünde olduğu gibi; iki ileri adıma karşılık bir adım gerileme, ilerlemenin bir yoludur.
Burası Ortadoğu; işler hep böyle yürür…
Gün gelir aaa nasıl oldu bu iş diye şaşar kalırız.
Ama bir kere olmuştur, geri dönüşü yoktur.
a45UyF587661-201307301451-05
Basini cevir ve gokyuzune bak,
Gunduzleri bulutlarin
Geceleri yildizlarin arasinda
Sana gulumsuyor olacagim?
Kurmus oldugum gruba uye olun Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur: Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com | Ayrilmak isterseniz de : Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com | Grup Sayfamız : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ | Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz. http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
0 Comments:
Post a Comment
Subscribe to Post Comments [Atom]
<< Home