(GugukluhayaT) 05-Doç.Dr.Fatma Taşdemir : Benzer ve Diğerleri v.Türkiye Kararı
- Doç.Dr.Fatma Taşdemir : Benzer ve Diğerleri v.Türkiye Kararı
- AİHM’in bu kararı günümüze kadar ayrılıkçı terör örgütü PKK ile mücadelesini insan hakları hukuku esasına dayandırarak bu mücadeleyi ülke içi terörizme karşı koyma harekatı olarak nitelendiren Türkiye açısından oldukça önemli sonuçlara yol açabilecek niteliktedir.
- AİHM’in Benzer ve Diğerleri v.Türkiye davasında Türkiye’nin ortak madde 3 hükmünü ihlal ettiğine karar vermiş olması uluslararası bir mahkemenin Türkiye’nin terörle mücadele konseptini uluslararası silahlı çatışmalar hukukuna oturttuğu anlamına gelmektedir.
- Uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmaların varlığı tespit edildiğinde ise iç çatışmanın mahiyetine bağlı olarak, 1949 Cenevre Sözleşmeleri ortak madde 3 ve 1977 tarihli II Numaralı Ek Protokol yanında, insan haklarının uluslararası düzeyde korunmasına ilişkin kurallar ve ilgili devletin insan haklarına ilişkin düzenlemelerin aynı anda uygulanması gerekmektedir.
- Ancak suçlular hakkında kendisi adil yargılama yapmazsa, Roma Statüsü md.13 (b) işletilerek, BM Güvenlik Konseyi yetkilendirmesi ile sorumluların UCM önünde yargılanması söz konusu olabilecektir.
Doç.Dr.Fatma Taşdemir : Benzer ve Diğerleri v.Türkiye Kararı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Benzer ve Diğerleri v.Türkiye ( Case of Benzer and Others v.Turkey) (1) isimli dava konusundaki kararını 12 Kasım 2013 tarihinde vermiştir.
Dava konusu olay Türkiye’nin PKK ile mücadele ettiği dönemde, PKK’ya yardım ettiği düşünülen Şırnak’ın Kuşkonar ve Koçağılı köylerine 26 Mart 1994’te dört savaş uçağı ile bombalanmasıdır.
Gerçekleştirilen hava operasyonu sonucunda Kuşkonar köyünde 25, Koçağılı köyünde ise 13 kişi yaşamını yitirmiş; evleri ve otlakları tahrip olmuş, 13 kişi de yaralanmıştır.
AİHM söz konusu kararda Türkiye’yi 2 milyon 305 bin Euro gibi rekor bir tazminat cezasına mahkûm etmiştir.
AİHM’in Benzer ve Diğerleri v. Türkiye isimli kararı oldukça önemli bir karardır.
Zira AİHM kararını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) dışında, ilk defa Türkiye’nin 1954’te taraf olduğu 1949 Cenevre Sözleşmeleri’nin ortak 3.maddesine dayandırmıştır.
AİHM, Kararın 89.paragrafında ortak madde 3 hükmüne yer vermiş; 184.paragrafta ise 2005 tarihindeki Isayeva v. Russia kararını da örnek göstererek, sivillere ve köylerine yönelik "ayırım gözetmeyen" hava bombardımanın demokratik toplumlarda kabul edilmez olduğunu ve örfi uluslararası insancıl hukuk kurallarıyla ve silahlı çatışmada kuvvet kullanmasını düzenleyen uluslararası sözleşmelerle bağdaşmaz olduğunu belirtmiştir.(2)
AİHM, 90.paragrafta ise güvenlik güçlerinin güç ve silah kullanımını belirleyen Birleşmiş Milletler esaslarına ilişkin ilkelerine yer vermiş;(3) bombalama eyleminin Cenevre Sözleşmeleri ve Birleşmiş Milletler ilkelerine açıkça aykırı olduğuna hükmetmiştir.
AİHM’in bu kararı günümüze kadar ayrılıkçı terör örgütü PKK ile mücadelesini insan hakları hukuku esasına dayandırarak bu mücadeleyi ülke içi terörizme karşı koyma harekatı olarak nitelendiren Türkiye açısından oldukça önemli sonuçlara yol açabilecek niteliktedir.
Türkiye resmen ülkemizde ortak madde 3’ün uygulanmasını gerektiren düşük yoğunlukta bir iç silahlı çatışmanın varlığını kabul etmemiştir.
Bunun ardında, terörizmin bir silahlı çatışma teşkil etmemesi vardır.
Nitekim 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ortak madde 3, 1977 tarihli II Numaralı Ek Protokol, Tadic yargısı ile ortaya çıkan ve 1998 Roma Statüsü madde 8 (2) (f)’de yer alan silahlı çatışma kavramı terörizmin, bir "silahlı çatışma" teşkil etmediğini açıkça belirtmektedir.
Türkiye, terörizmle mücadelesini silahlı çatışmalar hukukuna dayandırmış olsaydı, ülkede bir "silahlı çatışma" durumunun varlığını kabul etmiş olacak ve bu bağlamda 1954 yılında taraf olduğu için 1949 Cenevre Sözleşmeleri ortak madde 3 hükmü ve 1977 tarihli II Nolu Ek Protokol’ün örfi değer kazanan normları ile bağlı olacaktı.
1949 Cenevre Sözleşmeleri ortak madde 3 "mini sözleşme" olarak isimlendirilmekte ve bütün silahlı çatışmalarda kendiliğinden uygulanan amir kural/jus cogens olarak kabul edilmektedir.
1949 Cenevre Sözleşmeleri ortak madde 3’ün son paragrafı, madde hükmünün uygulanmasının tarafların hukuksal statüsünü etkilemeyeceğini belirtmiş olmasına rağmen teröristleri cesaretlendirerek "objektif hukuksal statü" elde etme arayışlarını arttırabilecektir.
Yine teröristlerin ortak madde 3’ün "taraflar özel anlaşmalarla mevcut sözleşmenin tamamını veya bir kısmını uygulamaya koyabilirler " hükmünü talep etmesine olanak vererek bu isteklerin savaş tutsağı statüsü elde etme ve ulusal cezai kovuşturmalardan bağışıklık taleplerine ulaşabilecekti.
Gerçi, uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışma kavramı çerçevesinde teknik olarak, "muharip-savaşçı" statüsü mevcut değildir.
İç çatışmalara ortak madde 3 ve II Numaralı Ek Protokol’ün uygulanması, isyancı gruba ve bu grubun mensuplarına ipso jure muharip/savaşçı statüsü (grupsal bazda belligerent; bireysel bazda combatant) kazandırmaz.
Dolayısıyla ele geçirilmeleri halinde bunların savaş esiri statüsü elde etmeleri söz konusu olmayıp; ele geçirilen bir silahlı asi grup mensubu Uluslararası İnsancıl Hukuk’a uyup uymadığından bağımsız olarak, basitçe savaşmış olması olgusu dolayısıyla cezalandırılabilir.
Bununla birlikte, Türkiye siyasal ve psikolojik risklerle karşılaşmak istememiş ve mücadelesini insan hakları hukuku yaklaşımı çerçevesinde sürdürmüştür.
AİHM’in Benzer ve Diğerleri v.Türkiye davasında Türkiye’nin ortak madde 3 hükmünü ihlal ettiğine karar vermiş olması uluslararası bir mahkemenin Türkiye’nin terörle mücadele konseptini uluslararası silahlı çatışmalar hukukuna oturttuğu anlamına gelmektedir.
Böylece AİHM ülkemizde terörle mücadele yerine ortak madde 3’ün uygulanmasını gerektiren uluslararası nitelikte olmayan bir silahlı çatışmanın varlığını kabul etmiş olmaktadır.
Ülkedeki şiddet düzeyinin silahlı çatışma düzeyine ulaştığının ilk değerlendirmesi ilke olarak ülke devleti tarafından yapılır.
Bununla birlikte bu değerlendirme günümüzde BM İnsan Hakları Konseyi ve Uluslararası Kızılhaç Teşkilatı gibi kuruluşlarca da yapılmaktadır.
Nitekim Suriye bağlamında ICRC bu saptamayı, Tadic kararında benimsenen muhaliflerin örgütlenme düzeyi ve şiddet yoğunluk düzeyinin birlikte karşılanmasını esas alana iki sivri uçlu "unsur testini" uygulayarak 16 Temmuz 2012’de yapmıştır.
Çatışmaların başlamasından tam 15 ay sonra yani 16 Temmuz 2012 de yapılan bu tespit, Mart 2011-Temmuz 2012 arası dönemde insan hakları hukukunun geçerli olduğu ve Temmuz 2012 öncesi dönemdeki insancıl hukuk ihlalleri nedeniyle bireysel cezai sorumluluğun doğmayacağı anlamına gelmektedir.
Uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmaların varlığı tespit edildiğinde ise iç çatışmanın mahiyetine bağlı olarak, 1949 Cenevre Sözleşmeleri ortak madde 3 ve 1977 tarihli II Numaralı Ek Protokol yanında, insan haklarının uluslararası düzeyde korunmasına ilişkin kurallar ve ilgili devletin insan haklarına ilişkin düzenlemelerin aynı anda uygulanması gerekmektedir.
Eski Yugoslavya Ceza Mahkemesi, Ruanda Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Ceza Mahkemesi iç silahlı çatışma sırasında işlenen Uluslararası Hukuk’un ihlalleri dolayısıyla bireysel cezai sorumluluk öngörmektedir.
Bu mahkemelerin uygulamaları sonucu günümüzde "Savaş Hukuku ve Örfü’nün" ihlalleri, "soykırım" ve "insanlığa karşı suçlar" yanında, 1949 Cenevre Sözleşmeleri ortak madde 3 ve II Numaralı Ek Protokol hükümlerinin ihlalleri dolayısıyla bireysel cezai sorumluluk doğmaktadır.
İşte AİHM’in Benzer ve Diğerleri v.Türkiye kararı tam da bu noktada önem arz etmektedir.
Bu karar 1949 Cenevre Sözleşmeleri ortak madde 3 ve örfi kuralların ihlalleri dolayısıyla Türkiye’de bireysel cezai sorumluluk mekanizmasını harekete geçirilebilecek olması nedeniyle önem taşımaktadır.
AİHM kararı neticesinde ilerleyen günlerde PKK’nın 1978’de kuruluşundan günümüze kadarki geçen zaman diliminde meydana gelen angajmanların, şiddet olaylarının uluslararası nitelikte olmayan bir silahlı çatışma düzeyine ulaştığı zaman dilimi tespit edilerek, bu tespitin yapıldığı dönemden sonra meydana gelen insancıl hukuk ihlalleri dolayısıyla bireysel cezai sorumluluk mekanizmasının işletilmesi söz konusu olabilecektir.
Türkiye Uluslararası Ceza Mahkemesine taraf değildir.
Ancak suçlular hakkında kendisi adil yargılama yapmazsa, Roma Statüsü md.13 (b) işletilerek, BM Güvenlik Konseyi yetkilendirmesi ile sorumluların UCM önünde yargılanması söz konusu olabilecektir.
Türkiye’nin UCM’ye taraf olması halinde ise süre giden bir uyuşmazlık söz konusu olduğu için UCM’nin yargı yetkisi geriye doğru uzanabilecektir.
1-http://hudoc.echr.coe.int/sites/eng/pages/search.aspx?i=001-128036#{"itemid":["001-128036"]}, (4 12.2013)
2-Bkz., Isayeva v.Russia, no.57950/00, § 191, 24 Şubat 2005.
3-Bkz., Basic Principles on the Use of Force and Firearms by Law Enforcement Officials (Eighth United Nations Congress on the Prevention of Crime and the Treatment of Offenders, Havana, 27 August to 7 September 1990, U.N.Doc.A/CONF.144/28/Rev.1 at 112 (1990))
a45UyF587661-201307301451-05
Yerilen asagilik kisiler sayginlik doseklerine oturacak olursa biz ayaga kalkariz.
Hz.Ali
Kurmus oldugum gruba uye olun Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur: Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com | Ayrilmak isterseniz de : Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com | Grup Sayfamız : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ | Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz. http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
0 Comments:
Post a Comment
Subscribe to Post Comments [Atom]
<< Home