Monday, July 15, 2013

(GugukluhayaT) HAYATIN İÇİNDEN KAHVE MOLASI.........GK1




 

                   HAYATIN İÇİNDEN

                                                 KAHVE MOLASI

 

 

 

Hüseyin BAYHAN

 

 

 

 

 Hayat Bilgisi

Hayatın hatırını kırmak

Hatır, hatırlarda mı kaldı? Bir kahvenin kırk yıl hatırı olur da bir hatır sormanın kaç kırk yıl hatırı olur? Bunun cevabını kırk katır taşıyabilir mi? Çok mu zor sadırdan hal ü hatır sormak; iyi günde, iyi olmayan günde dinleyerek de olsa yanında olmak?

Yakın uzaklarda bu kadar oluyor halleşmek, iki kelam etmek; insan kokmayan, hayat akmayan sözüm ona sohbetlerde. Her şeyin hazırı çıktı da ortada hatır yok, uzak hasretlere gitmiş. Nisyan yalnızlıklar okunuyor isyan yüzlerde. Yüreği ile yüzleşmeye cesareti yok esaret duygularına kapılmışların.

Kapı komşusundan habersiz ve hatırsız uzak yaşantılar; hayat adına hatırı sayılır bir kayıp.

Kazanç peşinde koşmak uğruna hayatın hatırını terk etmek, ne acı bir kopuş. Eşin, çocukların hatırını hafife almak; ne ağır bir sorumluluk. İlgiyi, sevgiyi yeterince onlara vermemek; başka bir şeylerin dolduramayacağı büyük bir boşluk. Nerde o hürmet ve merhamet? Tozlu hatıralara mı saklandı?

Bugünkü yaşantımız hatıralarda saklanılacak bir yaşantı mı? Hatırlıyor musunuz en son hangi büyüğünüzü işiniz olmadan ziyaret ettiniz de sevginizi, saygınızı dile getirdiniz? Bayramı mı bekliyorsunuz, ömür bekler mi ki? Bayramları bile bayağılaştıran boş vermişlikle tatil beldelerini doldurmamız; ne onulmaz ve onarılmaz bir yalnızlık. Sanal hatır sormalar; gerçek olmayan görüşmeler. Elini tutmaya, gözünü gözle buluşturmaya, karşılıklı yüzleşmeye, yürek fısıltılarıyla konuşmaya benzer mi? Sözün sustuğu, kelimelerin konuşmadığı, duyguların karşılıklı kaynaştığı ve birlikte aktığı bir beraberliği hangi sanal ortam sağlayabilir?

Hatırlar mısınız TV'nin olmadığı sohbetin koyu olduğu uzun geceleri? Hatıralar denizine dönsek ne tatlı manzaralar dalgalanır gönül ufkunda. Selamsız sabahlar değildi o günler; herkes birbirini tanır ve herkes herkesin hatırını sorardı. İletişimin adı yoktu o zamanlar çünkü öyle bir eksiklik yoktu; yüzlerdeki aydınlık belli ediyordu kişiliği ve kimliği. Silik yüzlerdeki karmaşıklıktan kimse kimseyi tanıyamaz ve hatır soramaz oldu. Kalabalıklaştıkça yalnızlaştık, yalnızlıkçıkça kaçar olduk birbirimizden. "Hatır" hatırlanamaz oldu, selam sözler sustu, kibar kelamlar unutuldu. Laubali ifadesizlikler doldurdu sanal ortamları; gerçekten kaçıyorduk çünkü.

Kahve de içmiyoruz artık, hazır üçü bir arada çıkmışlar varken ne diye uğraşalım? Bir yudumluk buluşmalar, ayaküstü lakırdılar, anlaşmadan ve kaynaşmadan ayrılmalar. Ne hatırı? Kim tanır onu, nerde görülmüş en son? Bilen ve gören var mı ki?

Tanıdığım bir beyefendi vefat etti yakınlarda. Çok yakınım değildi, uzak diyara gittiğinde bende bıraktığı hatırayı hatırladım; hatırımı sorardı, hatırşinas bir kişiliği vardı. Hafızamı yokladım; hatıralar denizinde "hatır"ı aradım. Bulduklarımı kelime kayıklarında bindirdim hazır zaman sahillerine taşıdım, çok şeyi de taşıyamadım.

Düşünüyorum öldüğümde ne ile anılırım? Hatırlanmak için iyi bir hatıra bırakabilecek miyim? Bırakamıyorsam hayatın hatırını kırmış olurum, kırk katır kırk yıl kahve de taşısa o hatırı geri getiremez. İyisi mi içtiğimiz kahveler bizde kalsın, "hatır" sormanın hatırını unutmayalım, unutturmayalım.

Altı üstü bir fincan kahve içimlik kadar süren hayat, iyi hatıralarla köpürmeli değil mi?

 

 

KISSADAN HİSSE

 
 
Doğruluk

Bir şahıs, Harem-i Şerifin kapısında, Ey doğrulara yardım eden, haramlardan kaçınanları koruyan Allâhım!.. diyerek hep aynı duayı okuyordu. Ona, Sen başka dua bilmez misin? Dediler. O şöyle açıkladı, bu duayı tekrar etme sebebini:
Ben Beyt-i Şerifi tavaf ederken ayağıma takılan bir şeyi eğilip aldım. Bir de baktım ki, içinde bin altın bulunan bir kese. Şeytanımla imanım mücadeleye tutuştular. Bin altın çok para, senin bütün ihtiyaçlarını karşılar dedi şeytanım. İmanım ise, Bu haramdır, boşuna saklama;
sahibini bul, teslim et! dedi. Ben böyle mücadele içinde iken, birinin sesi duyuldu:
Burada, içinde bin altınım bulunan kesem kaybolmuştur. Kim buldu ise getirsin, ona otuz altın müjde vereyim! Bin haramdan otuz helâl hayırlıdır, diyerek keseyi sahibine teslim ettim. O da bana otuz altın verdi. Bunu alıp bakırcılar çarşısında gezerken, bir Arap kölenin bu paraya satıldığını görünce, hemen satın aldım. Bir müddet sonra bu kölenin yanına bir kısım Araplar gelip gizlice konuşmaya başladılar. Köleden ne konuştuklarını sordum.
Saklamayıp aynen anlattı:
Ben Mağrip sultanının oğluyum. Babam, Habeş melikiyle cenk edip savaşı kaybetti. Beni de esir alıp buralarda sattılar. Babam bunları göndermiş, elli bin altın da vermiş ki, beni satın alıp götürsünler. Sen bana çok iyilik ettin, kendi evlâdın gibi baktın. Bundan dolayı memnun kaldım. Bunlar beni satın alacaklar; sakın az altına razı olma, elli bin altına sat beni.
Dediği gibi oldu. Elli bin altına sattım köleyi. Bu kadar büyük sermaye ile bir kısım mallar alıp Bağdat’a gittim. Orada açtığım dükkânda mallarımı satıyordum. Bir tanıdığım gelip, Meşhur bir tüccar dostum vefat etti, ay gibi güzel kızcağızı yalnız kaldı. Gel bunu sana
alalım dedi. Ben de kabul ettim. Kızın, çeyiz olarak getirdiği birtakım tabakların üzerinde içi altın dolu keseler vardı. Hepsinin üzerinde de biner altın yazılı iken, birinde dokuz yüz yetmiş altın yazılı idi. Bunun sebebini sorduğumda kızcağız dedi ki:
Babam bu keseyi Harem-i Şerifte kaybetmiş. Bulan bir helalzade keseyi iade edince, otuz altını ona müjde olarak vermiş, ondan geriye kalanlardır bu kesedeki altınlar. Bunun üzerine ben Allaha hamd ve şükürlerde bulundum; bunlar hep doğruluğun, iyiliğin bereketi, diyerek hâdiseyi kızcağıza anlattım. Sürur ve saadetimiz daha da perçinlenmiş oldu!..
Evet, enteresan bir hâdise. Doğruluk ve dürüstlüğün neticesini göstermesi bakımından verdiği mesaj oldukça mühim. Kaldı ki bu, sadece dünyadaki semeresi. Âhiretteki karşılığı ise, ebedî bir saadet. Rabbimiz cümlemizi, imanımızın sesine kulak vererek sadakat ve istikametten ayırmasın.


 

NÜKTELER

 

HAYAT

Hayat bir sevdadır... Onu yaşa!

Hayat bir hediyedir... Onu al!

Hayat bir bilmecedir... Onu çöz!

Hayat bir fırsattır... Onu yakala!

Hayat bir şarkıdır... Ona eşlik et!

Hayat bir bahçedir... Onu der!

Hayat bir iyiliktir... Ona karşılık ver! ...

Kendine bir iyilik yap. Herkese Gülümse...

Çünkü...

Samimi bir sevginin yerini başka ne tutabilir bu hayatta. Birine karşılıksız iyilik etmenin hazzını başka hangi şey yaşatabilir insana. Hangi intikam daha güçlüdür kötülüğe iyilikle cevap vermekten. İnsan yaşadıkça zaten, vazgeçemeyiz ki sevmekten. Biliyorsun, küçücük bir tebessümle değişebilir bütün dünya bir anda. Biliyorsun, insanlığımız büyüdükçe büyür iyiliğin sıcacık kucağında. İyilik üzerine yazılar, hikâyeler, şiirler, öneriler, güzel sözler ve daha neler neler. Hadi, kendine bir iyilik yap. Herkese Gülümse...

“Kalbinizden sevgi, yüzünüzden gülücük, ruhunuzdan mutluluk eksik olmasın.
 
 
Mutluluğun Resmi

SEVGİ

 

Bence mutluluk “fark” etmektir
Elinizde var olan mutluluk kaynaklarını fark edip değerlendirebilme yeteneğiniz kadar hayatı kavrayabilir ve mutlu olabilirsiniz. Eğer böyle bir çabanız yoksa, bir gün hayat yine kendini fark ettirecektir, ama bu fark ediş çoğunlukla bir musibet eşliğinde gelecektir.
Bir gün amansız bir hastalığın pençesine düşüp günbegün ölüme yaklaşmaya başladığınızda, gerçek mutsuzlukla tanışırsınız. O zaman anlarsınız ki, daha önce sizi mutsuz eden kimi gelişmeler (olumsuzluk gibi görünen bazı olaylar) hakikatte sizi mutlu etme potansiyeli taşıyan ikazlarmış. Birden o günlerin değerini kavrarsınız.
Ağır tedavi şartlarında uzun süreli bir mutluluğunuz olmaz hiç. Tedavinize ilişkin gelişmeye bağlı olarak bazen bir an, bazen bir saat, bazen bir kaç saat ancak mutlu olabilirsiniz.
O an ağrıdan kıvranmıyorsanız, hayata yeniden bağlanır, tekrar hayatı iliklerinizde hissedersiniz.
Sonra tekrar kötü haberler, mutsuzluklar, hayal kırıklıkları. Uzun süren stres ve mutsuzluk sebebiyle hem ruhsal, hem de fiziksel açıdan tahrip olmaya başlarsınız. Derken, o süreçte anlık mutlulukları yakalayıp yaşamayı öğrenirsiniz.
Şunu söylemeye çalışıyorum ki, içinde bulunduğunuz tablo, genel olarak mutsuzluk yaysa bile (bu tespit “sonsuz mutluluk yok” gerçeğinin ışığında yapıldı) mutlaka hayatın bir yerlerinde bir umut ışığı, bir mutluluk parıltısı vardır. İnsan onu yakalamayı başarmalı.
Mutlu olmak için, tüm şikâyetlerimizin ortadan kalkmasını beklersek, kıyamete kadar bekleriz. Hem de mutsuz ve umutsuz halde bekleriz.
Yaşadıklarım, beni, anlık (kısacık) mutlulukları keşfedip ucundan yakalamayı öğretti. Hayata daha olumlu bakmaya, olayların olumlu ve güzel yönlerini de keşfetmeye yöneltti. “Şer” gibi görünen şeylerden bile bazen “hayır” fışkırdığını gözlemledim.
Sonuçta bu “dünya” denilen gemi aynı yere gidiyor. Bu yolculuğun tadına varmak lâzım.
Kimimiz çok zengin olunca mutluluğu yakalayacağını sanıyor, kimimiz bilmem kim kadar meşhur olunca. Sonra bakıyoruz ki, çok zenginlerden biri doğduğundan beri tekerlekli sandalyeye bağımlı yaşayan spastik oğlunu yürürken görmeye tüm servetini verebileceğini söylüyor. Çok meşhur bir şarkıcı, bizim yaşadığımız sıradan hayatı özlüyor ve ancak böyle bir hayatın içinde mutlu olabileceğini söylüyor. Yatağa bağımlı zengin bir hasta servetinden, şöhretinden değil ağrılarından, ilaçlarından, doktorlarından söz ediyor.
Birden zengin olduğumuzu fark ediyoruz!
Anlıyoruz ki, mutluluk hiç kimse için bazı şartlara (servet, şöhret, vesaire) bağlı değildir.
Mutluluk, kendinde olanı fark etme sanatıdır.


 



--
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "Gugukluhayat" group.
To unsubscribe from this group and stop receiving emails from it, send an email to gugukluhayat+unsubscribe@googlegroups.com.
To post to this group, send email to gugukluhayat@googlegroups.com.
Visit this group at http://groups.google.com/group/gugukluhayat.
For more options, visit https://groups.google.com/groups/opt_out.
 
 

0 Comments:

Post a Comment

Subscribe to Post Comments [Atom]

<< Home


Real Estate