Tuesday, September 10, 2013

(GugukluhayaT) 05-İrfan O.HATİPOĞLU Mustafa Kemal Üniversitesi - Güray Öz - Gürol SÖZEN - Mine SÖĞÜT sizin için yazdılar...


İrfan O.HATİPOĞLU Mustafa Kemal Üniversitesi - Antakya İşgal Altında

Suriye’de yaşanan iç karışıklıktan en çok etkilenen kent Antakya oldu.
Kentin etkilenmesinde birçok etkeni alt alta sıralayabilir, değişik çözümlemeler yapabiliriz.
Çözümlemenin doğru yapılabilmesi için kentin tarihsel geçmişi ve sosyolojik yapısının bilinmesinde yarar vardır.
Antakya İÖ 305-300 yıllarında kurulmuş, dünyanın en eski kentlerindendir.
Uzun yaşamı boyunca Pers, Arap, Haçlı, Selçuklu, Osmanlı, Fransız egemenliğinde kaldı.
Dinler, mezhepler, ırklar mozaiğidir.
Farklı din/kültüre, etnisiteye sahip insanlar birlikte yaşıyorlar.
Yahudi, Hıristiyan (Katolik, Ortodoks, Süryani, Ermeni), Müslüman (Sünni, Alevi, Türk, Arap, Türkmen, Çerkez) olarak oluşturdukları birlikte yaşama kültürü kentin dokusuna işlemiştir.

Antakya kültürel, tarihi kimliği ve sosyolojik yapısı ile bir dünya kentidir.

Antakya’nın dünya kenti olmasının önemini ülke ve yerel yöneticiler kavrayamadı.
Kentin kendini yeniden üretmesinin ve zenginleşmesinin önünü açmadılar.
Kent kendi iç dinamiğiyle gelişen bir sınır şehri; kültürel, toplumsal zenginliğini sanayi üretimiyle büyütememiş sıradan Anadolu (taşra) kenti olarak kaldı.
Taşra kenti kimliğini aşamamış olması, tarihi süreçten gelen kültürel birikimini zenginleştiremediğinden hoşgörü, birlikte yaşama anlayışı aşınmaktadır.

Antakya yaşam tarihinin en zorlu sürecinden geçiyor.

Hemen yanında, bir koşu uzağındaki Suriye’de süren iç savaş kenti derinden etkilemektedir.
İki halk arasında olan mezhepsel, etnik, akrabalık ve gönül bağıyla oluşan derin ilişkiler örselendiğinden halk mutlu değildir.
Kenti ayakta tutan sınır ticareti, turizm, taşımacılık sektörünün bitmesi ile yoksulluk derinleşmiştir.
Antakya’nın tüm sokakları, boş evler (dükkân, sığınak), parklar savaştan kaçan Suriyeliler tarafından işgal edilmiş durumdadır.
Sokaklarında sakallı, postallı, tehditkâr bakışlı radikal İslamcı terör örgütü üyeleri dolaşıyor.
Dünyanın değişik yerlerinden yardım örgütü adı altında çok sayıda istihbarat örgütü elemanları, misyonerler bulunuyor.

Antakya’da her şeyin bittiğini söyleyemeyiz.
Siyasal iktidar savaş çağrılarını bir yana bırakıp komşu ülkeden göçü özendirmezse yeni bir başlangıç olabilir.
Bugün derinleşen etnik ve mezhepsel ayrışmanın önünü ‘derin birlikte yaşama kültürü, hoşgörü anlayışının’ set oluşturacağına inanıyorum.
Bunu başarabilecek hâlâ gizilgücümüz var.

-                            -                            -                            ^^^^^ - vvvvv

Güray Öz - Emperyal- Emperyalist

guray@cumhuriyet.com.tr,
okur@cumuhuriyet.com.tr

Okurumuz Mehmet Şen’in dikkatimize sunduğu "emperyal - emperyalist" kavramları arasındaki ilişki ya da farklılık üzerinde durulmayı hak ediyor.
Emperyalist devletler sömürgelerini, kolonilerini yitireli epeyce bir zaman geçti.
Ama yayılmacılığı, güçlerini göstermeyi ve çıkarlarını küremizin her yerinde savunmayı bıraktıkları söylenemez.
Artık bir bölgeye kalıcı olarak yerleşmeyi pek düşünmüyorlar.
Bunun yerine gelişen silah teknolojisini kullanarak, üstün güçle geçici işgaller ya da darbeler yoluyla çıkarlarını savunmayı, egemenliklerini sürdürmeyi, kaynaklara el koymayı, her türlü ticari dayatmayı ve silah ticaretini genişletmeyi seçiyorlar.
Bu arada kendi aralarında da çeşitli gruplaşmalar ve iç çatışmalar geçmişe göre daha az ve "rafine" olmakla birlikte ortadan kalkmış değil.

Emperyalistlerin kaba silahlı güce dayanan saldırılarındaki çeşitlenmenin yanı sıra politikalarında da bir çeşitlenme ve "gizleme", "güzelleme" çabası günümüz emperyalistlerini tanımlarken dikkat edilmesi gereken bir durum ortaya çıkıyor.
Politikalarında "zarafetin" arttığını söyleyebiliriz!
Eskiden açıkça gelir işgal ederlerdi, şimdi "demokrasi ve özgürlük için" geldiklerini söylüyorlar.
İşte biz bunlara "emperyal politikalar" diyoruz.
Kısacası emperyal sözcüğünü emperyalistlerin politikalarını nitelerken kullanıyoruz.

Ama bunu "artık emperyalizm kalmadı, yalnızca emperyal politikalar var" diyen "antiemperyalizmin tarih olduğunu" iddia eden Hardt ve Negri benzeri teorisyenlerin ve son yıllarda hız kazanan emperyalist saldırılar karşısında ne diyeceklerini bilemeyen liberallerin söylemleriyle karıştırmamak gerek.

Yükselenim Çarşı’ Dizisine Övgü

Sayın Öz, geçenlerde beş gün yayımladığınız "Yükselenim Çarşı" adlı röportaj şeklindeki yazı dizisini gerçekten ilgiyle okudum.
Futbolun sadece futbol olmadığını ve taraftarın da sadece taraftar olmadığını gayet net olarak yansıtmışsınız.
Taraftarların futbolda gösterdikleri sert, holigan tarzı davranışları dışında toplumsal olaylarda da birlikte hareket edebildiği ve isteyen herkesin o takımın taraftarlarıyla yan yana gelebileceğini net bir şekilde göstermişsiniz.
Spor yazısı okumaktan sıkılan bir erkek olarak belirtmeliyim ki bu gayet iyi bir yazı dizisiydi.
30 Ağustos 2013 tarihli Cumhuriyetin birinci (ana) sayfası çok güzeldi.
O Atatürk fotoğrafı çok iyiydi ve yazıları büyük bir ilgi ile okudum.
Herkesin Zafer Bayramını kutlarken, savaşsız bir dünya temennilerimle...
SAVAŞA HAYIR.
İyi günler.
Anıl Vural

Okurlardan kısa kısa

Astroloji de okunur

Ben internet sitesini açtığımda astroloji bölümüne bakıyorum.
Bunda kafayı takacak ne var anlamış değilim.
Nedir; Cumhuriyet’e astroloji yakışmazmış...
Bal gibi de yakışır...
insanlar günlük streslerinin arasında eğlencelik işler de arıyor; bakıyor...

Cumhuriyet’i tabulaştırmayı da anlamıyorum.
Tamam, gazetenin ilkeli ve de dik bir duruşunun olması önemli ama Cumhuriyet de son çözümlemede günlük bir gazete değil midir?
Gazetede haber de olacak, yorum da, eğlencelik yazılar da, röportajlar da, düzeyli magazin bile...
Yakup Karbuz

Yazım hataları-bilgi eksikliği

Merhaba, son zamanlarda sık rastlanan dilbilgisi yanlışlarına bilgi eksiklikleri de eklendi.
Cumhuriyet gazetesinde çalışan genç kuşak yakın tarihimizi, isimleri bilmiyor, sorgulamayı da bilmiyor.
3 Eylül 2013 son sayfada Fidanlara can suyu haberinde "Kadir Mengen" Kadir Manga mı ?
"Civan Alptekin" Cihan Alptekin mi?
genç habercilerden biraz daha ilgili ve duyarlı davranmalarını rica ediyorum saygılarımla Dr.
Gülderen Dolunay

Gülen’i protesto haber değil mi?

Fethullah Gülen’in evine 13 Temmuz’dan sonra 31 Ağustos’ta da protesto yürüyüşleri düzenlendi.
Düzenli bir Cumhuriyet okuru olarak her iki protesto hakkında da gazetenizde hiçbir haber görememenin üzüntüsünü yaşıyorum.
Yoksa bunu ben de mi bazı komplo teorilerine bağlı olarak düşünmeliyim.
Veya bu haber Cumhuriyet için o kadar önemsiz mi?
Cevabınızı merakla bekliyorum.
Erol Bayraktar

Kateter’e ne oldu?

Sayın Öz, muhabirinize sorar mısınız...
Sağlık çalışanları "katedral"i Vatikan’da mı takıyorlar?
Yakut Erdeni

Övgü Güzel Ama...

Sayın Öz, 2 Eylül 2013 günlü Cumhuriyet gazetesinde Hrant Dink Vakfı’nın araştırması üzerine yaptığınız yoruma tüm kalbimle katılıyorum.
Cumhuriyet gazetemiz bu yönde örnek bir yol gösterici.
Ancak bazen editörlerinizin (eskiden musahhih diye mi anılırlardı?) dikkatlerinden kaçan hususlar da olabiliyor.
Örneğin 2 Eylül baskısının 3.sayfasında "Yine kadınlar kurban!" başlıklı haberinde Nazliye Sincar hanımın eski eşi Şethzade H.tarafından öldürüldüğü haberinden hemen sonra Gazaros Muratçıoğlu’nun sevgilisi Karin Sucu’yu öldürdüğü haberi veriliyor.

İlke olarak katil olsalar da hayatta iseler katillerin soyadları açıkça yazılmıyor.
Katil bir gayrimüslim ise soyadının yazılmasında bir sakınca olmadığı görüşü, haberi kaleme alanlarda yerleşmiş bir alışkanlık mıdır acaba?
Eşitlikçi ve özgürlükçü olduğu için okuduğum Cumhuriyet gazetesinde, bundan böyle bu hususa dikkat edileceği umuduyla saygılar sunarım.
Alaeddin Türkay Yörük

Dilde Özensizliğin Kaynağı

Sayın Öz, Türkiye’de Türkçenin katli önce basında başladı.
Dil yanlışları ve özensizlik muhabirlerden editörlere sirayet etti.
Sokak isimleri de bundan nasibini alalı çok oldu.
Mesela, Menekşe Sokağı yerine Menekşe Sokak veya Ahmet Rasim Sokağı yerine, Ahmet Rasim Sokak yazmak ve editörlerce düzeltilmeden basmak gibi...
Cumhuriyet’in haberlerinde de ne yazık ki aynı sorun uzun zamandır devam ediyor.
2 Eylül tarihli gazetenin 8.sayfasında sağ altta yayımlanan Yiğit Bulut haberindeki Safa Sokak ve Şair Latifî Sokak, gibi...
Cumhuriyet dil özeniyle de bilinirdi.
Özensizlik yakışmıyor.
Saygılarımla.
Taylan Erten

Portal’a Öneriler

Merhaba, asıl gazetesi Cumhuriyet olan bir okurum ve gazetemi çok seviyorum.
Tabii ara ara diğer gazetelere de göz atıyorum.
Diğer gazetelerde bir haberi tıkladığım zaman yeni bir sekme açılıyor...
ana sayfaya gerektikçe dönüyorum.
Bence bu bir okur için rahatlık.
Cumhuriyette her haberi ya da her bölümü okuduktan sonra "geri" tuşuyla ana sayfaya dönmem gerekiyor.
Bu bana pratik gelmiyor.
Okumanın akıcılığını bozuyor.
Bir de bazı bölümlerin haftalarca değişmediğini görüyorum gazetemde.
Bu konuda haklısınız çünkü diğer gazeteler gibi magazinle doldurmuyorsunuz ve de...
dolmasın lütfen.
Yine de bu konuya da dikkatinizi çekmek istedim.
Gazetemi seviyorum ve çok başarılı olmasını diliyorum.
Saygılarımla.
Şenay Topal

Pes Dedirten Hatalar

Cumhuriyet 03 Eylül 2013 : Sayfa 2 : "Olaylar ve Görüşler" Sayın Ali Tuygan’ın Suriye ile ilgili yazısı: sayfadaki resim altı: "Avam Kamarası’nda Mısır’a müdahale.." Sadece pes denir!
Sayfa 3: 4 sütun üzerine: "Kadınlar uğurladı" 10.satır: "Adli Tıp Kurumu’ndan getirildiği Mareşal Fevzi Çakmak Camisi’nde cenaze törenine.." 12.satır: "Dün öğle vakti Kanarya Merkezi Camisi’ne getirilen.. "A 3 sayfası, son sütun: "Kuğulu’ya sivil baskısı, 7.satır: ...
...için endişelenen direnişçiler, sivil polislerin parkta ve parkın etrafında dolaşmasıyla sabaha kadar gergin bir bekleyiş sürdü"
Bu güzel Türkçe için teşekkürler!..
Saygılarımla.
İlter K.Akbuğ

-                            -                            -                            ^^^^^ - vvvvv

Gürol SÖZEN - Rengimizin Rengi

Bizans çağı: İmparator Justinianos dönemi.
Ayasofya’nın önündeki Hipodrom’da, yani Sultanahmet Meydanı’nda araba yarışları var.
Maviler ve yeşiller arasındaki 50 bin kişinin izlediği yarışlar siyasal bir yapıya ve birden Nika Ayaklanması’na dönüşüverdi ve tarihçilere göre 30 bin kişi öldürüldü.

Oysa doğanın tüm renkleri ve onların türevleri barışçıldır.
Öyle olmasaydı baharı coşkuyla kutlar mıydı ağaçlar, sular ve kuşlar.
Günümüzde diğer sanatçılar gibi ressamların, renk tutkunlarının, renkli giyinip kuşananların da işi zorlaşıyor artık!."Mukayyet" olalım!
Her an gökkuşağına da birileri musallat olabilir!
Düşünün, İstanbul’un ortasında, Arnavutköy’ün beton merdivenlerini renklendirenlerin karşısında "griler" var artık.
Neredeyse renkler savaşı çıkacak: Gökkuşağı ve griler arasında!

Alınganlık olmasın, gri ara yerde oluşmuştur.
Biraz onun bunun çocuğudur.
Kırmadır ama yerinde kullanılırsa bir resme tat da verebilir.
Maviyle, morla, nefti ile kimlikli bir renge dönüşebilir.
Üzmeyelim kendimizi; Arnavutköy’de, Beyoğlu’nda ve birçok yerde betona tutkuyla bağlananların sorunudur bu; doğanın değil.

Bir zamanlar, yılda 25-30 ton pembe ve kokulu çilek yetiştiren güzelim kıyı semti Arnavutköy ise tarihsel derinliği, öyküsü, şiiri, ahşap mimarisi, sokakları, iskelesi, okulları, pazarı, nalburu, meyhanesi, kilisesi, camisi, galerileri ve yaşayanları ile (işin ucunu kaçıran manav ve parkçıları hariç) Boğaziçi’nin kent merkezine en yakın bir İstanbul kimliğidir.
Biraz da bu açıdan bakalım.
Sokak adlarına göz atmak bile yeter: Dolaplıkuyu, Eğlence, Üvez, Sulubahçe, Mumhane, Sebzeci Bayram, Karakavak, Beyazgül, Körkedi sokağı yalnızca birkaçı...
Sevgili dost Cahit Kayra "İstanbul’un Yokuş ve Merdivenleri" kitabını boşuna yazmadı.

Hiciv bir renktir...
Hem de rengârenk.
Ama gülümsemesini bilenler için; sırıtanlar için değil"Yap-sat; kimi ve neyi bulursan"ların (grimiz kusura bakmasın) eli palalı beton rengidir gri.

Hayatın kendisi bir renk cümbüşüdür; yeşeren ve çiçeklenen hayatın düşmanı değilseniz eğer.

Özgürlük ve barış bir renktir.
Her mevsim yenilenen doğa gibi.
Kendinizle bile barışık değilseniz; yok yok, griyi bu denli harcamayalım!
Kimin, neyin küçük çocuğu olursa olsun; önüne bir boya kutusu ile kâğıt koyun.
Rengârenk boyar her bir yanı.
Tabii ki karışmazsanız.
Onun yüreğini öldürmezseniz...

Simgeleşen Gezi’nin yaratıcıları da hiciv sanatını boyutlandırdıkları gibi "bakıp da göremeyenler için", doğayı kutsayıp betonu renklendiriyorlarsa, bizim de elimize fırçayı alıp hayatı renklendirmemiz gerekir.
Hele nereye sıçrayacağı belli olmayan bu yangında.
Özdemir Asaf’ın, o çılgın kimliği ile yazdığı, "Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu / Birinciliği beyaza verdiler" şiirinin üzerinden epey sular geçti.
Siyah bile kirlenmiş olsa da Pandora’nın sandığından rengârenk çeyizler çıkmaya başladı artık...

-                            -                            -                            ^^^^^ - vvvvv

Mine SÖĞÜT - Ustasından Geçmeyen Deniz

minesogut@gmail.com

"Usta"nın hikâyesini anlatmak büyük cesaret.

Çünkü bu ülkede "Kötü ustanın eline düşmek" diye bir şey var.

"Kompleksli usta" diye bir kavram var.

"Evine usta girsin inşallah" diye bir beddua bile var.

"Mutluluk kapımı çalmadı gitti

Dalımda bir yaprak görmedim usta

Murat yalan imiş, umutsa hayal,

Böyle yaşamaktan bıktım ben usta

Böyle yaşamaktan bıktım ben usta

Böyle yaşamaktan bıktım ben usta"

diye nakaratı olan bir Müslüm Baba şarkısı var.

"Usta ne diyorsun bu hususta?"; "Usta mısın hasta mısın?" diye küçümseyici laflar var.

Kavga sırasında "Bana ustalık taslama!" diye diklenmek var.

Bir mafya dizisindeki karakterin liderine hitap şekli var:

"Sıkıyım mı Usta?"

"Sık Memati"

Hadi bunları geçelim…

Daha da fenası Nâzım Hikmet’in şiirindeki Galip Usta var.

Hani şu Haydarpaşa Garı’nın merdivenlerinde oturan ve tuhaf şeyler düşünmekle meşhur olan…

Zayıf, korkak, burnu sivri ve uzun.

5 yaşında "Kaat helva yesem her gün" diye düşünen;

10 yaşında "Mektebe gitsem" diye düşünen;

11 yaşında"Babamın bıçakçı dükkânından akşam ezanından önce çıksam" diye düşünen;

15 yaşında "Sarı iskarpinlerim olsa kızlar bana baksa" diye düşünen;

16 yaşında "Babam neden kapattı dükkânını?
Ve fabrika benzemiyor babamın dükkânına"
diye düşünen;

20 yaşında "Gündeliğim artar mı?";21 yaşında "Babam ellisinde öldü, ben de böyle tez mi öleceğim?";22, 23, 24 yaşlarında "İşsiz kalırsam" diye düşünen;

Ve 50 yaşına kadar zaman zaman işsiz kalan; 51 yaşında ihtiyarlayan ve o an, o şiirin yazıldığı an, 52 yaşında olup babasından bir yıl fazla yaşayan ve halihazırda işsiz olan ve merdivenlerde durup kafasını düşüncelerin en tuhafına kaptıran Galip Usta...var.

O, "Kaç yaşında öleceğim?
Ölürken üzerimde yorgan olacak mı?"
diye düşündükten sonra daha bir sürü şair, yazar ve gazeteci onun ve onun gibilerin hikâyelerini anlatmak için kendi hayatlarını tehlikeye atmışken...

O hayatları değiştirmek için sokaklara dökülen sayısız insan hapislerde çürümüşken...

Birine "Usta" demek...
ve onun hayatı üzerinden bir memleket hikâyesi anlatmaya kalkışmak...
gerçekten büyük cesaret.

Zambaklı Padişah şiirinde

"Ustasından geçmeyen bir deniz

Gittikçe uzaklaşıyor, okunmuyor"der Ece Ayhan.

Dilerim, bir gün aynı kişiye dair bir belgesel daha yapılsın ve metni bu dizelerle başlasın...

Çünkü bu ülke şu an...
ustasından geçmeyen bir deniz.
Okunmuyor.
Hiç okunmuyor.



a45UyF587661-201307301451-05
^^^^^ - vvvvv
 

zaryop:jaro

KARA CIZGILER
. . . . . .
dogada ilk kirlenmedir
ulkelere
bolunmesi
yeryuzunun

Fazil Husnu DAGLARCA
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.



0 Comments:

Post a Comment

Subscribe to Post Comments [Atom]

<< Home


Real Estate