(GugukluhayaT) 05-Orhan Bursalı - Erol Manisalı - Işık Kansu - Ahmet Cemal sizin için yazdılar....
Orhan Bursalı - Milleti İsyana Teşvik Suçu
Türkiye düne kadar Gezi Parkı için ayaktaydı, ya şimdi?
Sondan başlarsak, Aleviler ve demokratik güçler, cemevinin ham edilmesine karşı ayakta; Mamak Tuzluçayır, polis şiddeti ve plastik mermilerle cayır cayır!
Ondan önceki, ODTÜ Ormanı’ndan otoyol geçirilmesine karşı direnişe Türkiye çapında destek...
Daha önceki ve hâlâ sürmekte olan, üçüncü köprü için allahsız kitapsız insafsız bir orman kesimine karşı derinden protesto!
Türkiye’yi savaşa sürüklemek isteyen militarist ruh ve düşünce, hemen her alanda kendini dışa vuruyor:
- Neee, bana karşı, görüşlerime karşı, kararlarıma karşı haaa!
- Halkın yanıtı: Evet, sana, görüşlerine, kararlarına, komplolarına, savaşlarına, yalanlarına, dolanlarına karşıyız...
- O zaman al sana kimyasal gaz, plastik mermi, gerçek mermi, TOMA, çevik kuvvet...
ezerim hepinizi!
Olacak şey değil!
Suriye’deki, Gezi’de, Türkiye’nin dört bir yanındaki militarist ruh, önce gece Arjantin’de, olimpiyatların barışçı ruhunu satın alma girişiminde bulundu, kimse kanmadı!
***
11 yıldır yalan dolan propagandası yapılan "Alevi açılımı"nın çocuğu, cemevi-cami ortak inşaatıdır!
Alevilerden paralı pullu bir adam kalkıyor, Gülen Cemaati ile birlikte ve iktidarın desteğiyle, sözde "hoşgörü anıtı" olacak bir cemevi-cami ortak inşaatı planlıyor.
Hoşgörü?
Türkiye’de kullanılan en aptal, en şaşkın, en yalan, en politik, en içeriksiz ve en iktidar oyunu kavramlardan birisidir...
İğfal edilmiştir.
İçeriğine sahtekârlıklar yüklenmiştir ve bu yeni haliyle pazarlanmaktadır...
en "takıyye" sözcüklerin başında gelir.
Kavramı bu haliyle ilk pazarlayıcılardan olan da Cemaat kültürüdür.
Kendisine durmadan yeni genişleme ve iktidar alanları yaratmanın araçlarındandır.
Arkadan da, en acımasız hançerini dayatır "hoşgörüsüne" kananların sırtına...
Türlü çeşit kumpaslar, tuzaklar, polisiye ve yargısal oyunlar ve cezaevi...
en hafifi itibarsızlaştırmadır...
***
Cemevi, bir ibadet evi midir?
İktidara ve Cemaate göre "hayır, birer kültür yeridir...
İbadet yeri Müslümanlar için camidir, cemevini bir tür geleneksel eğlence yeri olarak kullanabilirsiniz!"
Alevi köylerine camiler diker durur bu iktidarlar, kimsenin gitmeyeceğini bile bile...
imamlar Alevilerle kahvede pişpirik mi oynarlar yoksa tavla mı?!
Cemevi-cami kompleksi de bunun gibi bir şeydir.
İbadet evi oarak kabul edilmeyen cemevleri, camilerin içine sokulmaktadır!
Cemevlerini camileştirme projesi!
Neymiş?
Hoşgörü olacakmış!
Hadi canım!
Önce söyleyin, duyalım: Cemevleri birer ibadethanedir!
Alevilerin bütün ibadetlerine saygılıyız, camilerin yararlandığı bütün haklardan cemevleri de yararlanır..
Alevilere hiç bir dini eşitsizlik yapılamaz...
devlette ayrımcılık yapılamaz..
Alevileri Sünnileştirme politikası güdülümez, yasaktır...
Bu insan hak ve özgürlüklerine aykırıdır vb.
Hoşgörü budur!
Bunu yapmayacaksın, cemevini caminin içine koyarak sözde bir hoşgörü uydurukluğu göstereceksin...
***
İktidar, yurttaşların görüşlerini açıklama, iktidar kararlarını protesto etme, itiraz etme, gösteri yapma, miting yapma anayasal hak ve özgürlüklerini engelleyerek suç işliyor...
Bu suçu başka şekilde de işliyor: Yurttaşları, bu haklarını gasp ederek isyana teşvik ediyor!
Bugün Türkiye neredeyse hemen her önemli konuda bir savaş alanı görünümündeyse, tek nedeni anayasayı rafa kaldıran iktidardır!
Ses verin ODTÜ’ye!
Oturup düşünün, acaba haklı olabilirler mi?
ODTÜ Ormanı’nı parçalayarak vereceğiniz zarara ve bu zararı yaratmak için halka karşı verdiğiniz savaşa değer mi...
başka yol ve seçenekleri düşünseniz daha iyi olmaz mı...
Ses verin İstanbul’un kuzeyinin, ormanlarının, sularının, havasının, doğasının mahvedilmesine karşı çıkanlara...
Acaba diye bir soru işareti dolaşsın beyninizin kıvrımlarında!
En kötü şey, kafasında hiçbir soru işareti olmayan ve her yaptığını doğru, her konuda kendini haklı gören iktidar sahiplerinin varlığıdır...
***
Hayır, Türkiye’yi siz tek başınıza, istediğiniz gibi yakıp yıkarak inşa edemezsiniz...
Türkiye ancak halkın katılımıyla, halka kulak vererek, halkla birlikte inşa edilebilir!
Türkiye’nin Gezi’den beri öğrendiği en önemli ders budur.
Sizin de bir türlü öğrenmek istemediğiniz ve öğrenemeyeceğiniz...
Toplumun her kesiminde diktatoryal politikalarınızla, ezeriz yakarız yok ederiz kafanızla, nefret ekiyorsunuz...
Bunun karşılığını eninde sonunda biçeceksiniz...
Hiç unutmayın:
Devlet siz değilsiniz, devlet olan gerçekte, halkın ta kendisidir...
Erol Manisalı - Peki, Şimdi Ne Olacak?
- ABD sınırlı hedefleri dışardan vurma hesapları içinde.
- Batı’nın büyük çoğunluğu katılmak istemiyor.
- ABD kamuoyunda, daha müdahale yapılmadan tepkiler başladı bile.
- Rusya, olayın "yapaylığını" dünya kamuoyuna sürekli duyuruyor.
- ABD (ve İsrail) "en Batılı" Arap lideri Esad’ı yok ederek yerine El Kaide’yi mi yerleştirecek!
- Arap dünyasının çoğunluğu operasyona karşı.
- İran’ın yapabileceği "sürprizler" Körfez’i ve bölgeyi daha da karıştırabilir; Batı açısından daha sakıncalı bir ortam gelebilir.
- Türkiye’de büyük çoğunluk "müdahaleye ve Türkiye’nin katılımına karşı".
- El Kaide’nin Suriye’de egemenliği, Hizbullah’ın yeniden operasyonlara başlaması, en çok İsrail’e zarar verir.
Amacı ne?
Dünya kamuoyunda bilinen ve tartışılan bu gerçekler karşısında müdahale kime yarar sağlayacak?
Binlerce ya da yüz binlerce masum insanın ölümünün getireceği felaketten başka;
- Suriye’de El Kaide (ve radikal İslamın) egemen olmasından fayda umanlar mı var?
- Yoksa Suriye ikiye, üçe parçalanıp bundan yararlanacaklar mı?
Aynen Irak’taki gibi, Şii, Sünni ve Kürt olarak ayrıştırılacaklar mı?
- Bütün amaç Güneydoğu, Erbil, Suriye, Akdeniz koridorunun açılması mı?
Büyük Kürdistan ve radikal İslamın yararı dışında bir sonuç çıkarmak zor görünüyor.
Tabii doğacak olan yeni bir bölgesel kaos ve çatışma ortamı dışında.
Obama’nın son açıklamalarında, meseleyi "ABD ve Batı için bir prestij sorunu" olarak sunması ise tarihe geçecek bir değerlendirme; yüz binlerce (ya da milyonlarca) insanın kanı pahasına bir prestij sağlanabilir mi?
Batı’nın yalnız kamuoyu olarak değil hükümetler olarak da çoğunluğunun Suriye’ye, "dışardan askeri müdahaleye karşı olmaları", kimilerinin bekledikleri çıkarın "çok özel" olduğunu gösteriyor.
Türkiye açısından
Batı’nın büyük çoğunluğu istemezken Türkiye’nin en ön safta yer almasının Türkiye’ye yararı ne?
- Suriye ile siyasi kriz yüzünden Ortadoğu ile ekonomik ilişkilerimiz altüst oldu.
Ankara bir de askeri olarak dış müdahalede görev alırsa fatura katlanarak büyüyecek ve çok uzun sürecek.
- Ortadoğu’daki Arap ülkelerinin çoğunluğu dış askeri müdahaleye karşı çıkıyorlar.
Ankara bunlarla da ters düşmüş oluyor.
- Siyasi olarak "Cezayir meselesinde" yaşamadık mı?
Yarım yüzyıl yüzümüze vurdular.
Suriye’ye askeri müdahalede Ankara yer alır ise Türkiye açısından yeni bir utanç yolu açılacak ve temizlenemeyecektir.
- Üstelik Suriye iç savaşında Esad’a karşı savaşanların kimler tarafından oluşturulduğu ve akıl almaz katliamlara katıldıkları herkes tarafından bilinirken.
Bütün bunlara karşın hükümetin iki yıldır en yakın dost Esad’ı (ve Suriye’yi) düşman ilan etmesi AKP içinde de muhalefete ve fikir ayrılığına yol açtı.
AKP çevrelerinde, askeri müdahaleye Türkiye’nin katılmasına karşı çıkanlar, kamuoyuna düşüncelerini ekranlarda ve yazılarında açıklıyorlar.
O halde hükümet neden, Suriye’ye askeri müdahaleyi bir hayat memat meselesi gibi görüyor ve öncülük ediyor?
Demek ki bizim göremediğimiz (ve anlayamadığımız) bazı hesaplar söz konusu.
Hükümet bu nedenle müdahaleyi bir "var olma nedeni olarak değerlendiriyor".
Bunun demokrasi ile bir ilgisinin bulunmadığını Amerikalı 14 yaşındaki çocuk bile biliyor.
Işık Kansu - İntikam
Otoriter baba baskısı, aşılamamış eziklik, yoksunluk, doymamışlık duygusu; sınıf atlama özlemi, dogmalarla pekiştirilmiş birikimsizlik, büyük kentte yaşayıp kentli olamama, yaşanan çağ ve çevre ile uyum sağlayamama, itilmişlik algısına bulanmış öfke ve kin...
Böyle biri eline yetki alırsa, bağırır:
"Şu seçkinler yok mu, seçkinler.."
"Seçkinler" dediği, tüm bastırılmışlıklarından sorumlu tuttuğu değerler, insanlar, kurumlardır.
Yok edilmelidir onlar...
Tutamazsınız onu, intikam alır geçmişinden...
Kırşehir Alınabilir
CHP’nin Kırşehir’de hiçbir ilçesinde belediye başkanı yok.
20 beldenin yalnızca 6’sında başkanlar CHP’li.
AKP, çıkardığı son yasa ile o beldeleri de kapadı.
Oysa, geçmişe dayanan sağlam kültürü ile Kırşehir, solda gizilgücünü hep korumuş bir toplum yapısına da sahip.
Kırşehir’den belediye başkan aday adayı olan eski Eğitim Sen Başkanı Yıldırım Kaya, yıllardır parçalanmışlıklar yüzünden yitirilen seçimlerin bu kez kazanılabileceği kanısında.
Kaya’ya göre, güçlü bir aday, doğru örgütlenme ve disiplinli bir çalışma ile Kırşehir merkez başta olmak üzere; Kaman, Boztepe, Akpınar ve Çiçekdağı ilçelerinde belediye başkanlıkları alınabilir.
Yıldırım Kaya, bozkırda sosyal demokrasinin gülünün yeniden açabileceğini kanıtlamak istiyor.
Olanak tanınırsa...
Hastalık
Yeşilin hastasıymış ya, doğa dostu Yücel Çağlar, önüne reçeteyi dayıyor:
"AKP döneminde, Orman Kanunu’ndan Mera Kanunu’na, Toprak Koruma Kanunu’ndan Maden Kanunu’na, Turizmi Teşvik Kanunu’ndan ÇED ve ağaçlandırma yönetmeliklerine kadar birçok değişiklik yapıldı.
Başta orman ekosistemleri olmak üzere akla gelen tüm yeşil alanlar yerleşmeye; madenciliğe, turizme, spor tesisi, üniversite yerleşkesi, altyapı vb.
yatırımcılarına tahsis edildi.
Örneğin; 2003-2011 döneminde 15 bin maden işletmesine 43.7 hektar (437 milyon metrekare) orman bırakıldı.
2011 yılı sonuna değin 17.4 bin turizmciye 3 bin 129 hektar ormanın çoğunluğu da AKP döneminde tahsis edildi.
Özel kişi ve kuruluşlara; badem, ceviz, kestane, adaçayı vb.
tarım yapmaları için ‘bozuk’ sayılan yaklaşık 100 bin hektar ‘devlet ormanı’ arazi ayrıldı.
‘Devlet ormanı’ sayılan araziler yol geçen hanına döndü"
Veriler, ortada bir hastalık olduğunu gösteriyor gerçekten.
Usta
Televizyonda açıkladı "usta" Teyyüp; AKP’yi kurmayı ve "çözüm" dediği şeyi, cezaevinde yatarken PKK’lilerle yaptığı muhabbet sonrası kararlaştırmış.
Derin muhabbet o gün bugündür sürüyor.
Eski Genelkurmay Başkanı "terörist" diye içeride.
Dışarıda MİT "usta"nın talimatıyla PKK ile pazarlık yapıyor.
Bölgede yeni bir devlet kurulması için de konferans üzerine konferans düzenleniyor...
Bir değini geldi okurumuz Erdal Uç’tan.
Hazır konu açılmışken paylaşalım:
"Ülkenin başına bir şeyler gelirse, halk ustaya sorar sonra:
- Usta, ne diyorsun bu hususta?"
Programa bakmak gerek
Anayasa Yazım Komisyonu’nda, BDP’nin "iki dilli eğitim" önerisine sıcak bakan CHP’li Rıza Türmen’e bir anımsatma:
CHP’nin anayasası sayılan parti programı, "her etnik kökenden yurttaşın kendi anadilini özgürce kullanabilmesine, özel dershaneler ve kurslar gibi kurumlar kurarak anadillerini özgürce öğrenebilmelerine ve öğretebilmelerine olanak tanımayı" demokrasi anlayışının gereği sayıyor.
Rıza Türmen, hiç kuşkusuz; "anadilinde eğitim" ile "anadilinde öğretim" arasındaki ayırımın ne olduğunu çok iyi bilir!
Yükselişteki isim
Dalgalanmalara ve tartışmalara yol açan adli yıl açılış töreni konuşmasından sonra epey kişiden duyduk:
"Artık Metin Feyzioğlu siyaseten bir yere gelmeli"
Düşünülen yer, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun parti meclisi üyesi olduğu CHP’nin liderliği...
Maddi imkânsızlık
Hukukçu Halil Sevinç, Balyoz ve Ergenekon davalarının dosyalarının milyon sayfayı geçtiğine vurgu yapıp diyor ki:
"Bu kadar belge, bilgi içeren dosyalarda gerçek hukuki inceleme yapılarak maddi gerçeğe ulaşılabilir mi?
Hiç düşündünüz mü?
Tüm mesainizi sadece sayı saymaya ayırsanız, bir yılda kaça kadar sayabilirsiniz?
Saniyede bir sayı söylersiniz ki bu saatte üç bin altı yüz demektir.
Sekiz saatlik mesaide ancak yirmi sekiz bin sekiz yüze ulaşırsınız.
Dava dosyalarını inceleyen sayın yargıçlar sayfa saymayacak, okuyacak.
Bir sayfayı okumak için en az on dakika harcayacak.
Dosya bir milyon sayfa olsa sadece sayfa sayısını saymak için otuz dört gün, her sayfayı on dakika okumak için için yirmi bin sekiz yüz otuz üç gün yani yetmiş dokuz yıl gerekir.
Buna hukukta maddi imkânsızlık denir.
Maddi imkânsızlık ortadayken suçun oluşup oluşmamasındaki hukuki imkânsızlığı tartışmaksızın, milyon sayfayı aşan dosyaların yeterince incelenerek ister alt derece, ister üst derece mahkemelerde adil bir karara ulaşılıp ulaşılamayacağına siz karar verin"
Ahmet Cemal - Bugün ODTÜ’ye Girebilirsiniz…
Evet, bugün ODTÜ’ye girebilirsiniz!
İsterseniz, hemen!
Zaten girdiniz de.
Neden giremeyesiniz?
Sizin polisleriniz, TOMA’larınız, ilaçlı sularınız, gazlı tüfekleriniz, plastik ve gerçek mermileriniz var.
Oysa orada, ODTÜ’nün yemyeşil ormanında, ağaçlarını korumak, onları gelecek kuşaklar adına sahiplenmek isteyen gençlerin sadece ağaçlarına sarılacak sevgileri var.
O yüzden, istediğiniz zaman ODTÜ’ye girebilirsiniz.
Ağaçlarını sökülmekten korumak isteyenleri teröristlikle suçlayıp gözaltına alabilirsiniz.
Günlerce, haftalarca hapsedebilirsiniz.
ODTÜ’nün ormanından istediğiniz kadar ağaç söküp, daha özsuyu kurumamış köklerinin üstünden yollar geçirebilirsiniz.
Hatta isterseniz, oralarda havaalanları, AVM’ler, lüks konutlar da inşa edebilirsiniz.
Öğrencilerin bir zamanlar hep hayatın renkleriyle ve sesleriyle dolup taşmış yurtlarını "Oralarda fuhuş yapılıyor!" suçlamasıyla yıkıp, onların yerine kuracağınız sitelerin dairelerine sevgi nedir bilmeyen aileler de yerleştirebilirsiniz.
Evet, bunların hepsini "bugün" yapabilirsiniz!
Ama "yarın"a, "yarınlar"a gelince, işte oralarda işin rengi çok değişir.
Ve bu sonucu, sizlerin hayatın hiçbir rengini göremeyecek kadar "renk körü" olan gözlerinizden fışkıran karanlık bakışlar da değiştiremez.
Çünkü "yarınlar"ın bügünler’den en büyük farkı, "sınırsız" olmalarıdır; hep sonrasızlığa ve sonsuzluğa açılmalarıdır.
Her "bugün", güneşin, o günkü güneşin son ışıklarıyla birlikte tükenir.
O yüzdendir ki, "bugün" sözcüğünü sonuna bir "ler" eki takarak düzmece bir çoğula çevirmenin hiçbir anlamı yoktur.
Zira "bugün", hiçbir zaman çoğul değildir; hep tekil kalmaya yargılıdır.
Oysa "yarın", özü gereği çoğulu, "lar" ekini zorlar; "yarın", aslında tek bir yarın değil fakat bir "yarınlar bütünü"dür.
Theo Angelopoulos’un o unutulmaz "Sonsuzluk ve Bir Gün" filmini hatırlıyor musunuz?
Sanmıyorum, çünkü sizler gibi umarsız sanat düşmanlarının görmek isteyebilecekleri bir film değil.
Her neyse, ben yine de alıntımı yapayım.
Filmde, ertesi günü ağır bir hastalıktan dolayı hastaneye yatacak olan yaşlı adam, geçmişine doğru düşsel bir yolculuğa çıkar ve yıllar önce yitirdiği karısı Anna ile de buluşur.
Onunla bir denizin kıyısında biraz dans ettikten sonra, uzaklaşmakta olan karısının arkasından: "Bir daha ne zaman görüşeceğiz?" diye seslenir.
Karısının: "Yarın!" yanıtı üzerine sorduğu soru ve aldığı karşılık ise şöyledir: "Peki, yarın ne kadar?", "Sonsuzluk ve bir gün kadar!" Evet, Anna’nın yanıtı böyledir, çünkü insan, isterse eğer, bütün yarınları birer sonsuzluğa dönüştürme gücüne sahiptir.
ODTÜ’nün ağaçları kucaklayan gençlerinin her biri, bu koruma eylemiyle yarınları sonsuzluğa açtığının bilincindedir.
Ağaç kadar güçlü bir sonsuzluk simgesi düşünülebilir mi?
Oysa sizler, başlamakta olan bir yeni akademik yılı polisi üniversitelere saldırtmakla selamlayan(!) gafiller, hep "bugünlerinizin" mahpusluğunda kalmaya yargılısınız!
Onun içindir ki, sizlerin hiçbir yarın’da yeriniz olmayacak ve yarınlar’ın tarihi hep ağaçlarını sevgiyle kucaklayan gençler tarafından yazılacak!
a45UyF587661-201307301451-05
^^^^^ - vvvvv
zaryop:jaro
KARA CIZGILER. . . . . .
dogada ilk kirlenmedir
ulkelere
bolunmesi
yeryuzunun
Fazil Husnu DAGLARCA
Kurmus oldugum gruba uye olun Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur: Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com | Ayrilmak isterseniz de : Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com | Grup Sayfamız : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ | Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz. http://orajpoyraz.blogspot. |
0 Comments:
Post a Comment
Subscribe to Post Comments [Atom]
<< Home